Yeniçağ felsefesin kurucusu olmak ya da modern felsefenin babası olmak ne demek?

Aynı zamanda yeni bilime de öncülük eden Descartes bu ünvanları almayı nasıl başardı?

Descartes’i Descartes yapan neydi?

XVII. yüzyıl bilim açısından büyük bir atılım dönemidir. Hiçbir siyasal sallantı, hiçbir   toplumsal bunalım bilim çalışmalarını durdurmaya yetmiyordu. Discours de la méthode’de   (Yöntem üzerine konuşma) Descartes içinde bulunduğu dönemi ”Yüzyılımız bana daha önceki yüzyılların hiçbirinden geri kalmayacak ölçüde verimli ve kafaca zengin görünüyordu” diyerek özetler.

Ancak bilimle ilgilenenler bu değişimin kaygısında değillerdi pek. Yüzyıllarca sürmüş durgunluğun olduğu çağı bitirip yeni bir çağ ile başlanan neydi?

İlk bilimsel atılımlar kuramdan çok uygulama düzeyindeydi. Özele ağırlık vermek, uygulamanın alanında tek tek görünene yönelmek ortak bir tutumdu. Bilimciler çok zaman kendi alanlarının filozofu olmaktan kaçınıyorlar ya da en azından böyle bir şeye gerek duymuyorlardı. Bilimde uygulama çalışmaları kuramcılık kaygısıyla desteklenmiyordu.

 Descartes’in bilime yaklaşımı dönemdaşlarınınkinden oldukça farklıdır. İlk nedenlere kadar inmeye çalışıyor, son açıklamaları yapmaya uğraşıyordu, özelin genelle bağlantılarını bulmak için çaba gösteriyordu.

Durumlar değil ilkelerdi onu ilgilendiren. Yoksa bilimsellik tehlikeye girerdi: özel doğrular üzerine bilim kurulamazdı. Özel dediğimiz şey geneli açıkladığı zaman önemliydi. Özelin alanında kalakalmak nice yanılmayı göze almak olurdu.

Descartes’in kendisinden öncekilerden farklı olarak yaptığı belki de en önemli şey yöntem fikrine odaklanmasıydı . Düşünce bilimselleştikçe yani kurgusal olmaktan çıkıp ölçülebilir olana yöneldikçe yöntem bir gereklilik olmaktan bir zorunluluk olmaya doğru gider. Nerede ciddi bir bilim ya da felsefe çabası varsa orada yöntem olacaktır. Descartes’da yöntemli olma kaygısı buradan kaynaklanır. Hangi yönteme sahip olduğumuzdan çok yöntem bilincine sahip olmaktı bütün derdi. Bir yöntem filozofuydu.

Sağduyu (ya da us) dünyanın en iyi paylaştırılmış şeyidir (Yöntem Üzerine konuşmalarda böyle söyler)   de neden insanların tümü düşüncede ayrı ayrı yerlere ulaşırlar? Sağduyu dünyanın en iyi paylaştırılmış şeyi olsaydı bütün insanların her konuda aynı doğruları ortaya koymaları gerekmez miydi?

İşte tam da burada yöntem sorunu ortaya çıkıyor.

Ne yapsak da doğrulara giden yolda zihnimizi en tutumlu ve en etkin biçimde kullanabilsek?

Hiçbir filozof bu yöntem sorununu, bizi yanlışlardan kurtaracak ve doğrulara en güvenilir biçimde ulaştıracak olan yolları  bulmak sorununu Descartes kadar önemsememiştir. Descartes’ dan önce bu sorun hiçbir zaman başlıbaşına konu edilmemişti. Öncekiler yöntemli olmak diye bir sorun ortaya koymadılar. Yüzyıllarca etkisi süren Aristo ne yaptı o zaman diyebilirsiniz belki. Ama Aristoteles insan zihninin işleyiş biçimini araştırmış, buradan ünlü mantığına yükselmişti. Ama mantıklılık yöntemliliğin ilk koşuludur, kendisi değildir. Zihnin işleyiş yasalarını ortaya koymak başka, zihnimizi özel olarak nasıl işletmemiz gerektiğini araştırmak başka şeydir.

Descartes’in Yeni Çağa ismini yazdırdığı dönemde artık skolastiğin öngörüleriyle yetinmek olası değildir, ussal arayışlarda sınırlanmak da yeterli değildir.

 Descartes yöntemliliğin önemini ortaya koymak için yola çıktı ve kendi deneylerinden giderek bize yöntem konusunda temel bir kavrayış kazandırmak istedi. Onun çabası herkesin kendi usunu iyi yönetebilmesine yardımcı olmak üzere genel bir yöntem ortaya koymakla ilgili değildi, tersine kendi usunu yönetmek için nasıl bir çaba gösterdiğini ortaya koymaktı. O bizim için herhangi bir örnek oluşturmaya çalışıyordu, çabasını herhangi bir örnek olarak öne sürüyordu. Usunu kullanmak dediğimiz anda yöntem sorunu kendini gösterir. (Timuçin,2012: 148)

Çürük elmanın sepetteki diğer elmaları da çürütmesini istemiyorsak sepeti dökmek lazım, tabii kesin çözüm istiyorsak …

Bu yolda yapmamız gereken ilk şey yaşamımızda bir kere olsun bildiğimiz her şeyi kuşkuya koymak olmalıydı, bir yapıyı temelden yıkar gibi… Çürük temellerin üstüne kurulmuş bir evi tümüyle yıkıp yenisini yapmak için ya da içinde çürümüş elmaların bulunduğu bir sepet dolusu elmayı boşaltıp her elmayı teker teker kontrol ettikten sonra sağlam elmaları sepete koymak için kullanılan bir metottur.

Özellikle her konuda şüphe uyandırabilecek noktaları, bizi yanlış hükümlere sürükleyebilecek nedenleri, teker teker tespit ettim, böylece yavaş yavaş zihnimi abluka altına almış olan bütün yanlış fikirleri kökünden söküp atmaya başladım. Ancak bunu yaparken Şüpheciler gibi davranmadım, yani sırf şüphe etmek için şüphe edenler ve kesin olmayanın dışında hiçbir şey aramayanlar gibi. Çünkü ben onların tersine tamamen kesin olanın peşine düşmüştüm ve aradığım şey kumların arasına inşa edildiğinden, ne şekilde olursa olsun ben bu kumu öyle derin kazmak istiyorum ki, sonunda kayaya, kile ulaşabileyim .’’ (Descartes, 2015: 65).

 Bu metot kesinliği arayan zihni, her türlü oyalayıcı unsurdan temizleme metodudur. Yanlış, hatalı, çürük ne varsa hepsinden kurtulup kesinliğe ulaşmak için kullanılan bir stratejidir.(Özel, 2019: 431 )

 Kuşku duymak Descartes’in yöntem kuramında bir başlangıç olmaktan çok daha fazlasıdır. Yöntemde en sağlam yolu, bilgide en kesin temeli sağlayacaktır. Bu sonuca varması öyle kolay ve rastgele olmamıştı elbette. O zamanlar Descartes her alana ilgi duymuş, Ortaçağ’ın bilim diye nitelendirdiği yasal gökbilgisi (astrologiej udiciaire ), elfalı (chiromance), cincilik (cabale), büyücülük(magie) gibi da inanmadığı alanlarla dahi ilgilenmesi gerekmişti. Ancak bu araştırmalarından hiçbiri ona sağlam bilgiyi duyurmamıştı. Aradığı şey gerçek bir dayanaktı ve bu dayanağı neredeyse her yerde aradı. Tarihin kıvrımlarında, bilgi alanlarının tümünde, bir içsellik deneyinde, her yerde. Ne var ki her yerde bulunan şey birazcık bir şeydir, oysa o kökten çözüme ulaşmak ister, artık toprağın kazılamaz olduğu bir derinliğe ulaşmak ister.

Burada bir noktaya dikkat çekmekte fayda var Descartes‘ın kuşku yöntemiyle septiklerinki birbirinden farklıdır. Onunki yöntemsel şüphe olarak bilinir. Çünkü septiklerde şüphe amaç iken; (doğru bilgiye ulaşma mümkün değildir) Descartes’ta ise doğru ve kesin bilgiye ulaşmak için bir araç ve yöntemdir. Örneğin şüpheciliği pratik hayatından ayırmayan ve görüşleriyle tutarlı bir hayat yaşarken birçok tehlikelerle karşılaşan Piron’da (duyularının tanıklığını reddeden Piron, hiçbir önlem almadan karşısına çıkan arabalara, uçurumlara dikkat etmeden dolaştığı için hayatı boyunca çokça tehlikelere maruz kalmış, bu tehlikelerden etrafındaki insanların yardımlarıyla kurtulmuştur.)  gördüğümüz uç noktaları Descartes de görmeyiz. Onun bütün derdi bu yöntemle şüphelenilmeyecek sağlamlıkta bazı fikirlere ulaşmaya çalışmaktadır.

Kuşkuyla yaşanmaz ama kuşkuyla düşünülür…

Ne zamandır, çocukluğumdan beri pek çok yanlış kanıyı doğru diye kabul ettiğimi ve yine o yaştan beri hiç de sağlam olmayan ilkeler üzerine kurduğum şeylerin pek kuşkulu olabileceklerini düşünüyorum. Öyle ki, bilimlerde sağlam ve durağan bir şey oluşturmak istiyorsam, yaşamımda bir kez, bu zamana değin edindiğim düşüncelerimden ayrılarak her şeye sil baştan, temelinden başlamaya büyük bir sorumluluk duygusu içinde eğilmem gerekiyordu der. (Descartes, 1951: 96).

Descartes’ın şüpheci akıl yürütmeleri belli bir amaca yönelik olarak yapıyor olması ve aslında kendisi bir şüpheci olmamasına karşın, şüpheci argümanları ciddi, nesnel ve tarafsız bir şekilde başarıyla sergiliyor olmasıdır. Bu niteliğin “iyi bir düşünür” olmanın en temel özelliklerinden biri olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. (Baç,2018: 69)

Descartes, sahip olduğu tüm bilgi alanlarından bu şekilde kuşku duyduğu sırada, artık hiçbir biçimde kuşkulanamayacağı bir gerçeklikle karşı karşıya kaldığının farkına varır.

 Bu gerçeklik, kuşkulanmakta olduğu edimidir. Bu durumda “her şeyden kuşkulanabilirim ama kuşkulanmakta olduğumdan kuşku duyamam” yargısını öne sürer.

Bu bizi doğrudan şu sonuca götürür; kuşkulanabilmek için var olmak gerekir. Bunun üzerine, “kuşkulanmak düşünmenin bir türüdür, düşünmek için var olabilmek gereklidir” der ve o ünlü önermesini dile getirir;

“Düşünüyorum, o halde varım (cogito,ergo sum)”                                  

Bu önermeyle  kendi beninin bilgisini sezgisel olarak kendiliğinden açık ve seçik kabul eder. Tanrı’nın, matematiksel bilginin ve dış dünya üzerine edindiğimiz bilgilerin geçerliliklerini kendi beniyle olan ilişkilerinden yola çıkarak kurmuştur  ve böylece onu günümüzde özne merkezli modern felsefenin kurucu babası olarak tanıyoruz.

Kaynakça:

Timuçin, A. (2012). Düşünce Tarihi 2: Gerçekçi Düşüncenin Gelişimi. 7. Baskı. İstanbul: Bulut Yayınları

Descartes, R. (2015). Yöntem Üzerine Konuşma. (Çev. Ç. Dürüşken).  İstanbul: Alfa Yayınları.

Özel, N. Ö. (2019). Descartes Neden Gerçek Bir Skeptik Değildir? Beytulhikme An Inter- national Journal of Philosophy, 9 (2), 419-436.

Descartes, R.(1951). The Meditations Concerning First Philosophy. New York.

Baç, M. (2018). Epistemoloji . Eskişehir: T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2229.Açıköğretim Fakültesi Yayını No: 1228a

gtag('config', 'AW-802439404');