İslam felsefesi, İslam medeniyetinin düşünce sistemidir.

Varlıkta bütün değişmeler ve şekilleşmelere rağmen değişmeyen aynı kalan vasfı araştırır.

Ana problem olarak öne koyduğu insan hürriyeti meselesini üstün bir prensip olarak kabul ettiği Âlemlerin Rabbi Allah karşısında ele almak ve münakaşa etmekle temelde Kur’an hükümlerine dayanmış bulunmaktadır.

İslam Felsefesi genelde üçe ayrılır:

  • Tabiat Felsefesi
  • Meşşai Felsefesi
  • İşrak Felsefesi

 1.TABİAT FELSEFESİ

İslam Tabiat Felsefesi, Sokrates’ten önceki Yunan Felsefesi ile Hint Felsefesinin etkisi arasında Mu’tezile’ye ait fikirler ve ilim hareketlerinin birleşmesinden doğmuştur. 10.yüzyıla kadar sürmüştür ve dörde ayrılır.

1.Natüralistler (Tabiiyyun)

2.Materyalistler (Dahriyyun)

3.Batıniler

4.İhvan’üs Safa

Hepsinde müşterek nokta tabiata önem vermek ve felsefeye doğa ilimlerinden geçmektir.

1.Natüralistler (Tabiiyyun)

Metotları tümevarım ve tecrübe yani amprik metottur.

Bilgi, duyumlardan ibarettir.

Ancak duyumların ötesinde de Allah ve Ruhu kabul ederler.

İslam felsefesindeki ilk ampiristlerdir.

Temsilcisi tabip Ebu Bekr Zekeriya Razi’dir.

Ebu Bekr Zekeriya Razi (865-925)

Batıda Alrazes veya Albubator diye anılır.

Simya ve kimya ile uğraşmış ve fizikte ışık kırılmasını bulmuştur.

Matematik, Tıp ve Doğa bilimleri üzerinde yetişmiş, mantıktaki kıyas şekillerini incelemiştir.

Yunan, İran ve Hint düşüncesi etkisinde kalmış ve Aristo’ya hücum etmiştir.

Ona göre tecrübe, akıl yürütmeden üstündür.

Allah ezelden beri yaratıcıdır.

Kelamcıların tersine tenasühü ve insanlarla yıldızlar arasında bir ilginin varlığını kabul eder.

Felsefesinin temelinde âlemin varlığının zorunlu şartları olan BEŞ PRENSİP bulunur.

  • Allah
  • Tümel Nefs
  • İlk Madde
  • Mutlak Mekan
  • Mutlak Süre

Razi felsefeyi; “İnsanın gücü yettiği ölçüde Allah’a benzemesi” olarak tanımlamıştır.

 2.Materyalistler (Dahriyyun)

Alemin ezeli ve yaratılmamış olduğunu, yani alemin maddenin üstünde bir yaratıcısı olmadığını kabul ve iddia ederler.

Yalnız duyular alemi vardır, bunun üstünde görünmez bir alem yoktur.

Maddeden bağımsız ruh yoktur.

Allah ve Alem birdir.

İnsan ruhu öldükten sonra tümel varlığa karışır.

Varlıkta çokluk vardır.

Şeyler arasında bilinçsiz bir tesadüf vardır.

En meşhur materyalist İbn Ravendi’dir.

Ona göre yegane yol akıl yoludur.

3.Batıniler

Din kitaplarında bir dış bir de iç mana vardır ve iç mana esastır.

Dış mana tefsir ile iç mana ise iç mana ise tevil yolu ile yani görünen manası dışında yorumlama ile anlaşılır.

Âlemi kadim saydıklarından kadim olan, yani ezelden beri var olan bir şeyin yok olmayacağını söylerler. Tenasüh anlayışı vardır.

Batınılik tasavvufu çok etkilemiştir. Tasavvuf da Kur’an’da dış manalardan ayrı bir de iç mana arar ve tasavvuf sembolizmi ile çözmeye çalışır.

4.İhvan’üs Safa

Gayeleri Müslümanları taassuptan kurtarmak, özellikle doğa bilimlerinden oluşan felsefi bir zihniyet aşılamak ve bir münevverler ahlakı kurmaktı.

Zamanın bütün ilimlerine ait 51 risale yazdılar ve bu sayede ansiklopediler meydana getirdiler.

Bedenin sonunun ölüm olduğunu, ölümün de insan nefsinin bir ruhi hayata kavuşmasından ibaret olduğunu düşündüler.

Metotları eklektiktir. Bütün ilimleri ve dinleri bir yere toplamak istediler.

Matematikte Pisagor,

Mantıkta Aristoteles,

Metafizikte Yeni Eflatunculuk,

Ahlakta Sokrates,

Din Felsefesinde Farabi’ye bağlandılar.

2- MEŞŞAİ FELSEFESİ

 Asıl felsefi meselelerde İslâm’ın esaslarına bağlı kalan, metot yönünden başta Aristo’yu takip eden ve Eflatun ile yeni Eflatuncu felsefelere de bünyesinde yer veren bir ekoldür.

İslâm tarihinde “felsefe” denince ilk akla gelen düşünce akımı Meşşailik akımıdır.

Bu düşünce sistemi tabiat felsefesine paralel olarak ortaya çıkmış ve çok kısa bir sürede en uygun felsefî bir sistem halini almıştır.

Çağının bütün felsefe meselelerine bünyesinde yer veren Meşşâilik, mantık ve matematiğe dayanır. Yani onun esas karakteri akılcı olmasıdır.

Meşşai terimce, Grekçe “Peripatetisme” kelimesinin Arapçada aldığı karşılıktır.

Temsilcileri:

El Kindi (801-873)

Eflatun ile Aristo’yu birleştirmeye çalışır.

Basra ve Bağdat’ta okudu.

İran kültürü ve Yunan felsefi düşüncesinin etkisi altında yetişti.

Her ilmi öğrenmeye çalışmış ve her alanda kitaplar yazmıştır.

Dinleri de mukayese ederek onların hepsinde bütün âlemin bir ve ezeli olan İLK SEBEBİN eseri olduğu itikadına ulaştı.

Kindi ’ye göre Âlem yaratılmıştır.

Allah’ın âlemi yaratmasında birçok vasıtalar aracılık eder.

Kâinatta her şey birbirine sebep sonuç zinciriyle bağlıdır.

Bütün faaliyet gerçek akla aittir. Bu akıl maddeyi kullanır.

Bu kullanma maddi âlemle ilahi âlem arasında orta mertebede bulunan nefs ve ondan sudur eden felekler âlemiyle olur.

İnsan nefsi de bu tümel nefsten doğar ve ruhsal bir cevher olduğu için bedenden bağımsızdır.

İnsan nefsi yok olmayan basit bir cevherdir. Akıl âleminden his âlemine inmiştir.

Farabi (Farab, 870- Şam, 950)

Muallim-i Sani olarak yani İkinci Hoca olarak geçer. Muallim-i Evvel ise Aristo’dur.

70 kadar dil bilen Farabi musiki hakkında da matematik alanında geniş bilgi sahibidir. Metodu eklektiktir, sentez yapmıştır.

Bu sentez:

1.Yeni Eflatunculuk’u Aristo ile uzlaştırmıştır

 2.Eflatun’un İdeaları ile Aristo’nun fert ve dünyadaki cevherini uzlaştırmıştır.

3.Yunan felsefesini İslamiyet ile uzlaştırmıştır.

Farabi; Yunan felsefesi ile İslam felsefesini «kader» kavramında birleştirmiştir.

Farabi’ye göre felsefe bir ve her şeye şamil varlık ilmidir.

Bu ilmi elde eden de Allah’a benzemeye başlar.

Felsefe yapmak isteyenlerin içlerinde hakikat aşkını taşımaları, bunun için de her şeyden önce nefslerinin ıslahı yoluna gitmeleri gerekir.

Onun için kendisini nefsin ıslahına vakfetmiştir.

Farabi bilgiye büyük önem atfederek, insanların ahirette erişecekleri mevki ve mutluluğun bilgi derecesiyle münasip olacağını söyler.

Ona göre Âlem yaratılmıştır. Bu yaratılış Allah’ın süduru manasındadır. Âlemin yok oluşu da Allah’a rücu demektir.

Sudur daima faaliyette bulunan Alah’ın ezeli bilgisi ve düşüncesinin sonucudur.

Mümkün varlıklar Allah’tan, ilk varlıktan südur etmişlerdir.

Allah, varlık taşkını yoluyla evrendeki bütün varlık düzenini ‘doğal bir zorunlulukla’ meydana getirir.

Allah’ın cömertliğinin sonucu oluşan evren, Allah’ın değerine hiçbir şey katmaz.

Allah, Farabi’nin sisteminde her şeydir.

Allah seven, sevilen ve sevgidir. O bilen, bilinen ve bilgidir.

Ona göre Allah gizli değildir, her yerde mevcut ve aşikardır.

Fakat tecellisinin şiddetinden dolayı batındır.

O’nu duyularımızla göremeyiz ve duyularımızla idrak edemeyiz.

İnsan küçük alem, alem büyük insandır. (Mikrro kozmos – Makro kozmos)

Bu görüşü ile özellikle İbn Arabi’ye etki yapmıştır.

Sadece Meşşai felsefesine değil Kelamcılara, Ahlakçılara, Mutasavvıflara ve İşrakilere de etki yapmıştır.

İbn Sina, İbn Bacce, Gazali, Suhreverdi, İbn Arabi etkilediklerinden bazılarıdr.

Batıda ise Alpharabus olarak bilinir.

İbn Sina (Buhara 980 – Hemedan 1037)

 21 yaşında kitap yazmaya başladı, ilim sistemlerini ortaya koydu.

Batıda Avicenna olarak tanınır, eserleri tercüme edilmiştir.

Felsefesinin her yerinde akılcılık ve amprizm bütünlüğünü ortaya koyar.

Akılcılığını Farabi’den, tecrübeciliğini Razi’den alır ve ikisini birleştirir.

Tekamül istikameti Meşşailik’ten İşrakilik’e doğrudur.

Fikir bakımından Farabi, İbn Sina’dan üstündür.

Metodik eserler vermek bakımından ise İbn Sina üstündür.

Ona göre ruh ölümsüzdür.

Bedenden ne önce ne de ayrıdır.

Kemale ermesi araştırma ve kazanma iledir.

Ruhun bedenle birleşmesi kendine has kemalleri elde etmek yolunda onu araç olarak kullanmak içindir.

Ruhun kendine mahsus melekeleri vardır, ruhla beraber devam eder.

Ruh bedenden ayrılınca ulvi âlemle birleşir ve onun güzelliğine bürünür.

Südur teorisi «Birden bir çıkar» prensibine dayanır.

Vücud birdir.

Bu birden çokluk çıkmaz.

İlk bir, Vacib’ül Vücud olan Allah’tır.

Bu birinci birden ancak bir çıkar ki bu da akıldır.

Çokluk bu akılla başlar.

Bundan diğer bir akıl ve felek ve nefs çıkar ve böylece devam eder.

Ve her akıldan da üç şey çıkar:

Akıl, nefs ve cisim.

Yani kısaca:

1-Allah

2-İlk Akıl

3-Fa’al Akıl (bütün âlemin nefsi ve bedenidir.)

Ona göre; ölümden sonraki hayat, ruhların sudur ettikleri ilk prensibe dönmeleridir.

Gazali, bu konuda Farabi ve İbn Sina’ya çok hücum etmiştir.

Ruh, manevi bir cevherdir, basittir ve yok edilemez.

Bedenin yok olmasından sonra da devam eder.

Maddeden ayrıdır, beden ruhun kendini geliştirdiği aletidir.

Ruhun bütün işi alışkanlıklar kazanmasıdır.

Beden ihtiyarlayınca ruh bütün kuvvetini kazanır.

Nefsler temizlenirse ruhlar en büyük saadete kavuşur.

İbn Rüşd (Kurtuba, 1126 – Merakeş, 1198)

Aristo şerhlerinden dolayı batı nazarında en büyük İslam filozofudur.

İbn Rüşd’ün felsefesi İbrani ve Latin dillerine tercüme edilmiş ve adeta bir İbn Rüşd felsefesi meydana gelmişti.

Latinler nazarında Aristo kadar itibarı vardır.  Averreos olarak bilinir.

Onun felsefesi Eflatuncu şarihlerin teorileriyle karışmış Meşşai felsefesidir.

Ferdi nefslerin ebedi olup olmadıkları meselesi, Aristo felsefesinde olduğu gibi İbn Rüşd ‘de de katiyyetle tespit edilmiş değildir.

İnsan mutlak olarak hür muhtar olmadığı gibi mutlak olarak da kayıtlı ve kadere bağlı değildir.

Nefs bedeninde mutlak hür ve muhr-tardır.

Haytın dış olayları bakımından ise insan sınırlı ve kayıtlıdır.

Kadınların da erkekler gibi fikirlerinde, iradelerinde ve hareketlerinde hür olamaları gerektiğini savunur.

3- İŞRAK FELSEFESİ

Kelime anlamı olarak  güneşin doğması anlamındaki işrak kelimesinden gelmektedir.

Hakikatin direkt olarak ortaya çıkması, açılması anlamındadır.

Hem felsefi hem de mistik boyutları olan bir akım olarak varlığını sürdürmüştür.

İşrakî felsefe, İslam felsefe tarihi içinde büyük akımlardan biridir ve yaygınlığı ya da kabul edilirliği diğerleri kadar olmasa da, en özgün felsefi akımlardan biri sayılır.

En büyük temsilcisi Maktül Şahabeddin Sühreverdi’dir.

İbn Tufeyl, İşrak felsefesinin Batı’daki temsilcisidir.

Şehabeddin Sühreverdi (Maktul) (1153 –1191)

Akıl yürütmeyi temel alan rasyonalist Meşşai felsefeye karşı mistik tecrübe ve sezgiye dayanan teosofik düşünce sitemidir.

Güneş’in nasıl işrakı ile eşyaların görülmesine imkân veriyorsa manevi işrak yahut sezgi de birçok marifeti insana ilham suretiyle verir.

Meşşailik gibi akıl ve tetkike dayalı değil keşf ve sezgiye dayalı bir felsefedir.

Her şey, güneş ışığının dalga dalga yayılışı gibi Allah’tan gelir.

Gerçekte bütün varlıklar, Nurların nurunun parlamasından ibarettir.

Tüm hareketler, nurlar sebebiyle meydana gelir. Allah’ın ışığını yansıtırlar.

Nurların Nuru’na yükselmek için sezgi yolu tek yoldur.

Bunu ancak nefislerini ve gönüllerini temizlemiş seçkin kimseler başarabilir.

Zira bedenin arzuları, ilahi gerçeklere ulaşmayı engeller.

Yalnız tasavvuftan farklı olarak Vahdet-i Vücut ve ittihat düşüncesine karşıdır.

Birbirine düşman ve bağımsız olan ışık ve karanlık, birbirlerine meylederler.

Karanlığın ışığa karşı sevgisi vardır.

Karanlık(zulmet), ışığa(nura)  yaklaştıkça karanlığından kaybeder. Delili Maide suresi 16. ayetten verir.

Ruh ve beden birbirlerine meylederler.

Duyular, ruhun aletleridir.

Beden, dış âlemi idrak için bu aletleri kullanır.

Ruh beden ölünce de yaşar.

Beden yok olmaya mahkûmdur.

Beden karanlık, ruh ışıktır.

KAYNAKLAR:

1-Dr.Cavit Sunar, İslam Felsefesi Dersleri, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları

2- Prof.Dr.İbrahim Agah Çubukçu, İslam Düşünürleri, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları

3- De Lacy O’Leary, İslam Düşüncesi ve Tarihteki Yeri, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları

4- http://www.islamansiklopedisi.info  (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi internet sayfası)

gtag('config', 'AW-802439404');