Kimdir bu Stoacılar?

Mutlu olmak için gerçekten Stoacılara ihtiyacımız var mı?

Stoacıların görüşleri neden bu kadar çok konuşuluyor son zamanlarda?

Acaba dillerinin diğer filozoflar kadar ağır olmaması mı çekiyor bizi onlara?

Yoksa mutluluğa ulaşmak için aslında hepimizin gayet iyi bildiği yolları gösterdikleri için mi onları bu kadar konuşuyoruz?

Derken derken sorular uzayıp gidiyor. Öncelikle bakalım bu Stoacılar kimlermiş?

Helenistik Çağ’da ortaya çıkmış, bu çağa ve bundan sonraki dönemlere damgasını vurmuş Stoa Okulu’nun kurucusu Kıbrıslı Zenon’dur. MÖ300’lerde yaşayan ve ticaretle uğraşan Zenon rivayete göre işi için gemiyle yaptığı bir yolculukta kaza geçirmiş, geminin batması sonucunda Atina’ya gelmiştir. Burada uğradığı bir kitapçıda Sokrates hakkında yazılan yazılardan çok etkilenmiş ve kitapçıya Sokrates gibi insanları nerede bulacağını sormuştur. Kitapçı da o sırada yoldan geçmekte olan Kinik Okulu’na mensup Krates’i gösterip, onu takip etmesini söylemiştir. Bir süre Kiniklerden ders alan Zenon, Kiniklerin uygarlığı tamamen reddeden görüşlerinden etkilenmekle birlikte bu görüşe tam olarak katılmamıştır. Böylece kendi derslerini vermeye başlayan Kıbrıslı, Stoa Okulu’nun kurucusu olmuştur. Stoa Okulu’na adını veren şey Zenon’un ders verdiği mekandır. Zenon derslerini üstü kapalı ve sütunlu halka açık sanat ve ticaret merkezi diyebileceğimiz ‘’Stoa Poikile’’ adlı mekanda vermiştir. Böylece Stoa Okulu kurulmuş ve biz 21. yüzyıl insanlarının dahi mutluluk arayışına cevap vermek için yola koyulmuştur.

Stoa Okulu’nu üç dönemde incelemek mümkündür. Burada kısaca bundan da bahsedip siz değerli okuyucularımızı daha fazla sabırsızlandırmadan mutluluğa giden yolda Stoacılar ile yürüyüşümüze başlayacağım.

Ne demiştik? Evet üç dönem: Zenon, Kleanthes ve Khrysippos üçlüsünün dönemine Eski Stoa,Panaitios ve Poseidonios‘un dönemine Orta Stoa, Roma egemenliği çağında kurulan ve Cicero, Seneca, Epiktetos ve Marcus Aurelius gibi filozofların öncülük ettikleri döneme de Yeni Stoa ya da Roma Stoası adı verilmiştir. Dönem ilerledikçe düşüncelerde bazı değişiklikler olsa da, Zenon’un görüşlerine her dönem bağlı kalınmıştır.

Stoacılar felsefeyi üç konu başlığında incelemişlerdir: Mantık, fizik(metafizik) ve etik(ahlak). Bu konuda çok bilindik bir metafor vardır. Eğer felsefe bir bahçe ise onu çevreleyen çit mantık, ortasında yeşeren ağaç fizik ve ağacın meyvesi de etiktir. İşte şimdi sıra o meyvenin tadına bakmaya geldi. Meyvenin tadını aldıkça mutluluk yolunda biraz daha ilerlemiş olacağımızı düşünüyor ve umuyorum.

Stoacılar etik anlayışlarını dile getirirken felsefeyi yalnızca metinler oluşturup bunlar hakkında görüşler ileri sürme olarak görmezler. Kişinin hayatını düzenleyebileceği aktif bir felsefe olarak görürler. Bu yüzden de bugün bile bizler milattan önce yaşamış olan bu pek değerli filozofların sade, açık ve anlaşır sözlerini rahatça anlar; hayata kolayca uygulanabilirlikleri sayesinde çabucak benimseriz.

Bizi felakete sürükleyen şey, felsefeyi dilimizin ucuyla tadar tatmaz filozof rolü oynamaya başlamak,

başkalarına yardımcı olmayı düşünmek,

dünya insanlarını ıslah etmeyi istemektir.

Ey dost! Önce kendini ıslah et!

Sonra, insanlara felsefenin ıslah ettiği bir adam göster. “

(Epiktetos)

Ayrıca Stoacılar, bireyi zengin, fakir, genç, yaşlı gibi hiçbir şekilde ayırmaz, her insanın eşit olduğunu düşünürler. Mutluluğun da insanın içinde bulunduğu sosyal çevre, ekonomik durum ve benzeri şartlar yüzünden ortadan kalkmayacağını savunurlar, mutluluğun dış koşullara değil bize bağlı olduğunu söylerler. Gerçekten de her şey insanın kafasında bitmiyor mu? Dünyanın en kötü ortamında, en korkunç durumunda da kalsak bunlar yüzünden içimizde oluşan huzursuzluğu bertaraf etmek ve mutluluğa ulaşmak bizim elimizde değil mi?

Alın yazından şikayet etmek yerine iyi yönden bakmalı ve iyiye döndürmelisin.

Neye katlandığın değil, nasıl katlandığın önemlidir.

(Seneca)

Stoacılara göre hayatın amacı mutluluğa ulaşmaktır. Mutluluğa giden yol ise onların etik anlayışlarında saklıdır. Stoacıların etik anlayışında doğaya uygun hareket etmek vardır. Kusursuz olarak dizayn edilen doğada her şey yerli yerindedir. İnsan da bu doğanın ayrılmaz bir parçasıdır.

Stoacıların doğadan kastı yalnızca canlıların yaşadığı doğal çevre değil evrensel yasanın ta kendisidir. Bu bakımdan bakıldığında bitkinin doğası beslenmek ve büyümek, hayvanın doğası bunlara ek olarak duyum yani onun ruhudur.

İnsanın doğası ise tüm bunlarla birlikte akıldır. İşte insanın doğaya uygun yaşamasından bahis, akla uygun yaşamasıdır.

Doğaya uygun yaşayan insan böylece hayatını düzene sokacak ve zorluklarla baş edebilecektir. Zira insan aklı sayesinde elinde olan şeylerle olmayan şeylerin ayırdını yapabilecek, Epiktetoscu bir yaklaşımla elinde olanların en iyisini yapacak, diğer bütün her şeyi geldiği gibi karşılayacaktır.

Buna göre, hayatın amacı olan mutluluk, erdemden yani doğal yaşamdan, doğaya uygun yaşamadan, insan eyleminin doğal yasayla uyuşmasından, insanın iradesinin Tanrının iradesine uygun düşmesinden meydana gelir. Erdemi istikametine alan kişi bilge kişidir. Yanlış eylem ile doğru eylem arasından doğru olanı seçmek erdemi meydana getirdiği gibi insanı da mutluluğa götürür; dolayısıyla erdemsizlik doğa yasasına karşı gelmenin bir sonucudur.

Erdem ve erdemsizlik Stoacılar için iki uç noktadır. Bu noktaların ortası yoktur. Yani Stoacılar biraz erdemli veya biraz erdemsizin varlığını kabul etmez. Bu bağlamda Stoacıların bu katı tutumu biraz can sıkıcı olabilir. Ancak bu tutum Stoacıların erdeme verdiği büyük önemi gösterir.

Erdeme bu kadar büyük önem veren Stoacılar erdemin hiçbir koşulda yok olmayacağını kabul ederler. Birey hasta da olsa fakirliğe de düşse en kötü koşulları da yaşasa erdemi yok olmaz ve böylece mutluluğu da elinden gitmez. Bu düşüncenin insanı mutluluğa götüreceği Stoacılar için aksi kabul edilemez bir gerçektir.

Nasıl ki nehirler, yağmurlar bunca şifalı sular denizin tadını bozmuyorsa, en ufak bir şekilde değiştirmiyorsa; felaketlerin hücumu da cesur insanların ruhunu değiştiremez.

(Seneca)

Bu bağlamda içinde bulunduğumuz koşullar her ne olursa olsun iyiyi seçmek bizim elimizdedir. Stoacılar determinist bir dünya görüşüne sahiptirler. Yani kadercidirler. Buna göre içinde bulunduğumuz koşulları değiştiremeyiz çünkü bunları yaşamak bizim kaderimizde vardır. Ancak bu koşullara nasıl bakacağımız bizim elimizdedir. Bir yandan determinist olan Stoacılar bir yandan da özgürlüğü savunur böylece. Dış olaylar karşısında  determinist görüşü savunurken, bu olaylara karşı kendi içimizde vereceğimiz tepkiyi seçmekte  özgürüzdür. Bu görüşü köle filozof Epiktetos’un şu sözüyle açıklayabiliriz: “Ayaklarımı zincirleyebilirsiniz ama Zeus bile seçme hakkımı elimden alamaz.” Bir köle bile özgürlüğünden bu kadar eminken biz insanlar hala özgür olmadığımızı nasıl düşünebiliriz ki? İçinde bulunduğumuz koşullar işkencelerle yaşayan bir kölenin -Epiktetos’un- hayatından ne kadar kötü olabilir? Amacım kimsenin yaşamını acılarını küçümsemek değildir aman yanlış anlaşılmasın. Ama mutluluğa ulaşmak da bu kadar zor olmasa gerek. Zira örnek almaya çalıştığımız Stoacı filozoflara baktığımızda mutluluğun çok uzakta olmadığını görürüz. Marcus Aurelius iki evladını kaybetmenin acısına rağmen koca bir ülkeyi yönetmedi mi? Bizler kendi hayatımızı  neden yönetemeyelim?

Özgürlük sizin gücünüzün sınırlarını ve Tanrısal iradenin koyduğu doğal sınırları anlamanızdan sonra gelir.

Yaşamın sınırlarını ve kaçınılmazlığını kabul ederek, onlarla savaşmak yerine onlarla birlikte çalışarak özgür oluruz.(Epiktetos)

Stoacıların vurgusunu yaptığı bir diğer konu ise anı yaşamaktır. Onlar, kişinin her zaman anda kalması gerektiğini söylerler. Geriye ya da ileriye bakıp zaman kaybetmek boşunadır. Der ki Seneca: “Vaktinden önce mutsuz olma!” Çünkü bir acıyı düşünmek acıyı yaşamaktan daha fazla acıtacaktır insanın canını. O yüzden kişi daima bulunduğu ana odaklanmalıdır.

Yaşamını tümüyle tasarımlayarak, kendini iç düzensizliğine düşürme. Ne denli büyük ve ne denli çok sayıda sıkıntılarla karşılaşabileceğini hesaplama. Ama, karşılaşacağın bir sıkıntılı durumda: ‘Dayanılamayacak ne ve katlanılamayacak ne var bu olayda?’ diye soruver kendine. Kızarırdın, gerçekten bunu açıklamak zorunda kalsaydın. Ne geçmişin ne de geleceğin, hep şimdiki zamanın yükünü taşımakta olduğunu da anımsa. Şimdiki zamansa kısadır.

(Marcus Aurelius)

Tüm bunlar birlikte düşünüldüğünde görülecektir ki mutluluk kişinin elindedir. Birey, yaşadığı ‘anda’, içinde bulunduğu koşullar her ne olursa olsun erdemli olmayı bırakmamalı, daima iyiyi düşünmelidir. Anlaşılacaktır ki en dayanılmaz gelen durumlar bile geçecektir, elimizde kalacak olan sadece o hallerde ne yaptığımız, nasıl tepki verdiğimiz olacaktır. Kişi, Stoacı filozofların görüşleriyle aydınlatacak olursa yolunu, doğa ile tam uyum içinde, başına gelenlere karşı çıkmadan, onlarla birlikte yaşamayı öğrenecektir. O zaman, mutluluğun tadına da varacaktır.

Hayatında olup biten şeylerin dilediğin şekilde olmasını dileme.

Nasıl oluyorsa öyle olmasını arzu et!

Böyle davranırsan her daim mutlu olursun.

(Epiktetos)

Epiktetos’un, Marcus’un, Seneca’nın ve diğer Stoacıların yolunuza yoldaş olması dileğiyle… Erdemler eşliğinde mutluluk daima sizinle olsun.

Kaynakça:

Brun, J. (1997). Stoa Felsefesi. (Çev.Medar Atıcı). İstanbul:İletişim Yayınları.

Gökberk M. (1993). Felsefe Tarihi. İstanbul:Remzi Kitabevi.

İyi S. (2019). Etik. Eskişehir: T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını No:2356. Açıköğretim Fakültesi No:1353.

Öztürk F. (2017). Geç Dönem Stoa Felsefesinde Yaşam Sanatı Olarak Etik Anlayışı. Malatya:İnönü Üniversitesi Kültür ve Sanat Dergisi

Aslan A. (2008). İlkçağ Felsefe Tarihi. İstanbul: Bilgi Yayıncılık.

www.feniksdergi.org

gtag('config', 'AW-802439404');