Epikuros, Atina tarafından yerleşmeci olarak Sisam (Samos) adasına gönderilen aslen Atinalı bir aileden İÖ.342-1 yılında doğmuş ve çocukluğuyla gençliğinin büyük kısmını bu adada geçirmiştir. Felsefeyle ilk kez on dört yaşındayken tanıştığını bizzat Epikuros söylemektedir.
Apollodoros, Epikuros’un bundan yaklaşık on üç yıl sonra yani İÖ. 310’da ve 31 yaşında iken önce Midilli’de, daha sonra Lapseki’de (Lampsakos) bir felsefe okulu kurduğunu ve bundan beş yıl sonra da ikinci kez ve artık temelli olarak yerleşmek üzere Atina’ya geldiğini söylemektedir. Epikuros Atina’nın dış mahallelerinin birinde bahçe içinde bir ev satın alacak ve bundan böyle dostları ve öğrencileriyle burada sakin ve huzurlu bir hayat sürecektir.
Epikuros’un kurduğu okul, Platon’un Akademi’si veya Aristoteles’in Lyceum’undan farklı bir yapıya sahiptir. Bu okulların resmî birer yüksek öğretim kurumu oldukları ve yine farklı alanlarda farklı hocalar tarafından verilen derslerden meydana gelen resmi bir öğretim programına sahip olduklarını biliyoruz. Oysa Epikuros’un okulu, aynı hayat tarzını, aynı görüşleri paylaşan bir dostlar topluluğundan oluşmaktadır. Bu okulun ne resmî bir statüsü ne de resmî bir ders programı vardır. Buraya kabul edilenler arasında -Platon’un Akademi’si ve Aristoteles’in Lise’sinden farklı olarak- kadınlar ve köleler de bulunmaktadır. Bunlar öğrenci olmalarının yanı sıra bizzat Epikuros’un dostları olarak nitelediği insanlardır. Bunlar okula belli bir ders programını izlemek için değil, üstada yakın olmak, onun hayat tarzını paylaşmak için gelmişlerdir. Kuşkusuz onlar burada hem üstadın eserlerini okumakta hem de onun görüşleri üzerinde kendi aralarında konuşup tartışmaktadırlar.
Epikuros yine rivayete göre üzerinde “Yabancı, burada kendini iyi hissedeceksin. Burada en yüce iyi olan haz vardır” yazısının bulunduğu bu bahçede ölümüne kadar “bir aile havası içinde öğrencileriyle çevrilmiş olarak, tam bir uyum ve dostluktan yararlanarak basit ve ölçülü bir hayat sürmüştür”. Vasiyetinde bu ev ve bahçeyi öğrencilerine bırakmış, onlar da daha uzun bir süre orada toplanmaya devam etmişlerdir. Bu arada Epikuros’un hatırasını her ayın on ikinci günü düzenledikleri bir şölenle anmayı sürdürmüşlerdir.
Epikuros’un anne babasına vefalı, kardeşlerine cömert, hizmetkârlarına nazik, dostlarına ve öğrencilerine şefkatli ve sorumlu bir insan olduğunu da öğreniyoruz. Seneca öğrencilerinin ona insanlar arasında yaşayan bir Tanrı gibi baktıklarını ve ölümünden sonra sloganlarının “Epikuros’un gözü senin üzerindeymiş gibi yaşa!’’ sloganı olduğunu söylemektedir.
Epikür içinde yaşadığı sitenin kamusal hayatına katılma ve onda görev alma yönünde herhangi bir heves ve ilgi göstermemiştir. İkincisi ise onun dinle ilgili görüşleri ve zamanının dinsel pratikleri ve merasimlerine karşı gösterdiği gereğinden fazla hoşgörülü tutumudur.
Onun alçak gönüllü olması, ün arzusuna sahip olmayıp basit ve mütevazi bir hayat sürme idealinin bir parçası olabilir. Öte yandan bu olguyu daha önce değindiğimiz gibi, Yunan dünyasında değişen şartların, İskender’den itibaren site hayatının geçirdiği değişmenin, başta filozof olmak üzere yurttaşların içinde yaşadıkları sitenin politik hayatında aktif rol oynama imkânlarının ortadan kalkmasının bir sonucu olarak da açıklayabiliriz. Epikuros’un dostları ve öğrencileri ile birlikte kurduğu ve devam ettirdiği küçük filozoflar topluluğu, büyük toplum idealinin artık ‘gerçekleşemez olması’ olgusunun bir tür telafisi olarak da işlev görmüş olabilir.
Epikuros, en parlak örneğini Platon’da gördüğümüz yasa koyucu, yönetici, siyasal filozof örneğinden topluluk kurucusu, ahlâk kuramcısı ve uygulayıcısı filozof örneğine geçişin ilk ve açık örneğini temsil etmektedir. Siyaset felsefesinden ahlâk felsefesine, siyaset filozofundan bir ahlâkî topluluğun kurucusu ve ahlâk modeli olarak ahlâk filozofuna olan bu geçişi; Roma döneminin sonuna doğru yalnızca bir ahlâk topluluğunun önderi olmakla kalmayıp, aynı zamanda dinî ilgi ve kaygıları da olan bir dinî topluluğun kurucusu ve doyurucu bir dinsel hayatın, kurtuluş öğretisinin temsilcisi ve önderi olan filozof figürü takip edecektir.
Nitekim bundan dolayı, Sokrates öncesi doğa filozoflarının büyük ölçüde doğadan kovduğu, sofistlerin ise toplum, siyaset ve din içindeki yerlerini büyük ölçüde tehlikeye soktuğu Sokrates, Platon ve Aristoteles’in ancak ahlâkî ve felsefî bakımdan tinselleştirerek korumaya çalıştığı Yunan çok tanrıcılığının geleneksel anlayış ve formlarına Epikuros’un gösterdiği bu saygı ve hoşgörüyü samimi bulmayanlar, onun bu tavrını ikiyüzlülük olarak görmektedir.
Epikuros için tanrılar nesnel bir gerçeğe işaret eden varlıklar olmaktan ziyade, mükemmelliklerinden ötürü ahlâk ideallerimiz için bir model ödevi görmeleri mümkün olan varlıklardır. Başka bir deyişle Epikuros, geleneksel Yunan çok tanrıcılığının kabul ettiği tanrıları bizim dışımızda nesnel bir varlığı olan gerçeklikler olarak almaktan çok ölümsüz, öncesiz ve sonrasız, sonsuz mutluluklarından dolayı herhangi bir arzu ve kaygıları olması imkânsız, kendi kendilerine yeterli olma özellikleriyle kendilerini taklit etmemiz mümkün olan doğru ahlâkî davranış modelleri olarak kabul etmektedir.
KAYNAKLAR
İlk Çağ Felsefe Tarihi – Ahmet Arslan
Felsefe Tarihi – Prof.Macit Gökberk
İlk Çağ Felsefesi – A.Ö.F Yayınları
Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri-Diogenes Laertios
Doğu ve batı felsefelerini ve kültürlerini incelediğimiz felsefe seminerlerimize katılmak isterseniz de buraya tıklayarak ücretsiz kayıt yaptırabilirsiniz. Bu arada seminer konularımızı incelemek için Felsefe Seminerleri sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.