Konfüçyus & Lao Tse

Benzerlikleri

Yaşadıkları Dönem


Konfüçyus ve Lao Tse aynı dönemde yaşamışlardır. Onları daha iyi anlayabilmek adına yaşadıkları dönemi gözden geçirerek başlayalım yazımıza. 

 Çin’in tarihine baktığımızda birbirine rakip olan hanedanlıklarla dolu olduğunu görürüz. En eski zamanlarında, güçlü Şang Hanedanlığı karşımıza çıkar. Beş yüzyıl kadar hakimiyetini sürdürmüş olan bu hanedanlık,bir aşiret federasyonundan ortaya çıkmıştı. Bu dönemde Çin kültür ve uygarlığı büyük adımlar attı. Bugünkü Çin yazısının temelleri de bu dönemde atıldı mesela.

Şang Hanedanlığından sonra Zhou Hanedanlığı M.Ö. 1051’den M.Ö. 771’e kadar merkezi idareyi elde tuttu. Şang Hanedanlığında gevşek bağlarla bağlı olan politik birliği güçlendirip merkezi bir yönetim kurdu. Shang Hanedanlığından devralınan kültürel ve moral değerlere de sahip çıktı. Otoritesini geleneksel töreler ve dinsel törenlerle temellendirdi.

Ancak M.Ö. 771’de dışarıdan gelen saldırılarla başkentin güvenliği korunamadı ve merkezi güç zayıfladı. Sonrasında Çin’de uzun bir süre devam edecek olan politik kaos ve kriz ortamı başladı. Savaşan Devletler dönemi dediğimiz bu yıllar iki yüzyıl sürecek olan uzun bir dönemi kapsadı. Birbirlerine rakip prenslerin idare ve savaş sanatlarını birbirlerine karşı acımasızca kullanmaktan çekinmedikleri bir dönemden geçtiler. İstikrar ortamı neredeyse tamamen bozulmuş ve içinden çıkılamaz bir hal almıştı bu dönemde. Tabi halk için de acılarla dolu bir dönemdi.

Çin’de felsefenin gelişip yapılanması tam da bu döneme rastlar. Çin tarihindeki bu kanlı düşüş dönemi, Çin Düşünce tarihinde bir altın çağı başlattı diyebiliriz. Tarihte örneklerine sıkça rastladığımız bir durum ortaya çıktı aslında. Dönemin sorunlarına cevap bulabilmek amacıyla farklı sahalarda öğreti, felsefe ve akımları özgürce serpilip gelişmeye başladı. Hatta o kadar ki sonrasında tarihçiler bu dönemi Yüz Felsefe Okulu olarak adlandırdılar. Lao Tse ve Konfüçyus işte bu iki dönemin arifesinde yaşadılar.

Hal böyleyken insanları çözüme ve düşünceye sevk eden unsurlar Antik Yunan döneminde karşılaştığımız gibi teorik bir zeminde olmadı tabi ki. Aksine, pratik sorunlara olası en hızlı ve kalıcı çözüm önerilerini sunan ahlaki ve siyasi zemin yaratmaya çalıştılar. Doğal olarak filozoflardan, onları doğa üzerinden metafiziğe yükseltecek merak duygularını doyurmaları değil, toplumsal düzeni iyileştirebilecek zeminleri inşa etmeleri beklendi. 

Felsefe, insanlara beraber yaşama imkânlarını gösterir, bireyin devlete ve devletin bireye karşı olan hak ve sorumluluklarını belirler. Çin filozofları felsefenin bu yönünü ele aldılar.Bunun için Çin felsefesinin tam merkezinde etik bilimi ve devlet felsefesi yer aldı; geri kalanların hepsi bunların ikisinin etrafında toplandı.
 

Felsefe, Çinliler için hiç bir zaman kendi başına objektif bir ilim şeklinde algılanmadı. Onlar için felsefe öncelikle pratik bir öneme sahip olan bir aracıydı. Kesin, tutarlı ve her zaman için geçerli bir metafizik (fizikötesi), mantık (Logik) ve ahlak bilgisi (Ethik) geliştirmek için özel bir çaba göstermediler.

Örneğin; Konfüçyüs, varoluş ve yaradılışla ilgili meta­fizik (fizikötesi) bir öğreti bırakmamıştır bizlere. Hatta bu tür konular üzerine konuşmayı hiç sevmezdi. Bir gün bir öğrenci, ölenlerin ruhlarına karşı görevlerin ve ölümün ne olduğunu sorunca, Konfüçyüs: “Daha insanlara karşı görevlerimizi bilmezken ruhlara karşı görevlerimizi ne bilelim! Daha yaşamın ne ol­duğunu bilmezken, ölümün ne olduğunu ne bilelim” diye cevaplamıştır.

Özetle Çin’de kurucu filozofların ilgilendiği şey insan yaşamı, kaderi ve toplumsal durumdu.

Neredeyse bütün Çinli düşünürler insan ve tabiatın boş bir kaza sonucu olmadığını, kendilerinin de gelişigüzel bir işe sahip olmadıklarını düşünürler. Bu sebeple tüm evrenin ve insan davranışlarını düzenleyen bir yol, Tao’dan söz ederler. Tao, dışsal şekliyle kendisini Konfüçyüs ve Mozi’de, içsel şekliyle Lao Tse’de sunar. Klasik Çin dönemi filozoflarına göre insanlar, doğal yaşam ile dünyayla ilgili kafa karışıklığı yaşamaktaydılar. Tüm sorunların kökeni de onlara göre buydu işte. 

Kafa karışıklığının sebebi Tao’yu yani Yolu yanlış anlamaktan veya bulamamaktan geçer. Bu çerçevede Yol, içerisine yolculuk, yoldaş, hedefi de alacak üst çerçevede anlaşılmalıdır. Söz konusu yolculuk hikmet yolculuğu olarak da düşünebilir. Bu yolculuğun en temel düzeyi de zarar görmemek ve zarar vermemektir.

Dönüşümler Kitabı


Lao Tse ve Konfüçyus’ün en büyük düşünce kaynağı, Dönüşümler Kitabı’dır. Tahminen M.Ö. 1600- M.Ö. 1050 yılları arasında hüküm sürmüş Shang Hanedanlığı zamanında telif edilmiş Dönüşümler Kitabı, bir bakıma Çin felsefesinin başlangıcı olarak da kabul edilebilir. Her iki düşünce okulunun kurucusu da öğretilerini bu metne dayandırmaktadır.

Yazımızın devamında Lao Tse ve Konfüçyus’ün farklılıklarına değineceğiz. Ancak bu okumayı yapmadan önce şunlara dikkat çekmek gerekir.

İnsanın inanma, bilme ve eyleme geçme yolları her yerde aynı olmayabilir. Bu farklılıklar şüphesiz hakikati ve hakikat olma iddiasını ortadan kaldırmaz. Hatta belki de ona bir şekil ve zenginlik katar. Çünkü her bir iddia, hakikatin bir boyutunu seslendirirken bütüncül yapıyı yakalayabilmek adına aslında diğer iddiaların varlığına da ihtiyacı haykırıyordur.

Önce İç Yaşam


Her iki düşünürde de ortak olan şeylerden birisi de insanın dışarıya yönelse de kendisi üzerinde çalışmayı aksatmaması gerektiği fikridir. Çünkü insan, iç yaşamında neyi beslerse dışarıya da onu yansıtacaktır. Dolayısıyla iç yapısı iyi olanın dışa yansıyan özelliği ve eylemi de iyi olacaktır. Bu noktada her zaman için dikkat çektikleri nokta, içi saflaştırmak ve ikisi arasındaki dengeyi sağlamak olmuştur.

Sözden Önce Eylem

 Bir diğer dikkat çekici benzerlikleri de ahlaki yaşam için kuru sözün değil de eyleme geçmenin önemini vurgulamış olmalarıdır. Konfüçyus’a bir gün “Üstün insan kimdir?” diye sorduklarında “Söz söylemeden önce uygulamaya geçer, sonra uygulamasına göre konuşur.” diyerek yanıtlamıştır.

Konfüçyüs gibi Lao Tse de bunun farkındaydı. O da en yüksek hakikatin kelimelere sığmayacağını bu nedenle, kâmil insanların söyleyecek sözünün olmadığını ama eylemleriyle gösterecek çok şeylerinin olduğunu söyler.

“Mükemmel Yol hakkında düşünmek ve konuşmakla onu uygulamak aynı şey değildir. Kim konuşarak iyi at sürebilir ki? Eğer Tao ile yekvücut olmak istiyorsan konuşmayı bırakıp onun öğretilerini uygulamaya başla. Bedenini rahatlat, duyularını sakinleştir. Aklını onun öz saflığına döndür.” der Lao Tse. Önce kişi kendisinin farkına varmalı, sonra kendisini keşfetmeli ve içini inşa etmelidir. İnsanın içi nasılsa dışarısına da o taşacaktır çünkü.

“Yaşamın ve ölümün hükümdarı sensin. Sen ne isen, yaptıkların da odur.” -Lao Tse

Karşılıksız Eylem

Başka bir ortak noktaları da Hint felsefesinde gördüğümüz Karma Yoga’yı hatırlatır bize. Karşılık beklemeden yapılan eylemi önemserler. Konfüçyüs, üstün insanın sadece doğruluğu, küçük insanlarınsa sadece çıkar ve faydayı düşündüğünü ifade eder. Ahlakiliğin ölçütlerini belirleyen Konfüçyüs’e göre çıkar, menfaat ve fayda bu ölçütler arasında kabul edilmez, asli ölçütler erdem ve vazifedir.

Lao Tse’ye göre ise kişi, “verirken karşılığını almayı beklemez, çalışır ama bir ödül istemez. Yapması gerekeni yapar, tamamlar ama sonucunu görmeyi beklemez.” Gereksiz hareketlerinden kurtulmaya çalışır, bilir ki onlardan kurtulduğunda geriye mükemmel tabiatı kalacaktır. Şan, şöhret, servet ve şehvetin ayartıcı olduğunu, onlara kontrolsüzce sahip olmanın insana hayattan daha ziyade ölümü getirdiğini kavrar. 

Kendilik bilincinden hareketle hakikat yolculuğunu başlatan Lao Tse, hiçlikten hareketle çok şeyi anlamaya çalışır.
Bu zeminde Lao Tse için hiçleşmek de bir bakıma erdem olarak anlaşılır. İnsan kendi benini ortadan kaldırıp hiçleştiği ölçüde değerli ve faydalı hale gelebilir. En büyük erdem benliği alt etmektir. Zira insanın hiçleştiği yer bir bakıma varlıkla hemahenk olduğu ve diğer varlıkların faydasına kendisini sunduğu yer olacaktır. İnsanın hiçleştiği yer diğer varlıklara bağlandığı zemin olacaktır. 

Lao Tse’nin ahlak sistemi hiyerarşik ve bütüncül bir sistemdir. Her şeyin merkezinde Tao vardır ama Tao’nun keşfi ve yaşanması insan söz konusu olduğunda en alttan başlar. İnsan kendisini keşfetmeli ve bir düzen varlığı olarak inşa etmelidir, sonra şefkat ve erdem zemininde dışarı açılmalı ve kendisini hiçleştirerek varlığa katılmalıdır. Bu yoldan hareketle gökteki düzen ile yerdeki düzen birleşecek ve Tao düzeni hâkim olabilecektir. 

Ancak unutulmamalı ki, en başta Tao giderse erdem, erdem giderse şefkat, şefkat giderse adalet, adalet giderse yasalar, yasalar giderse de insan gidecektir. 

Birlik

Her iki filozof da birlik ilkesine önem verir. Konfüçyüs’e göre burada kritik nokta, kişinin kendisine yapılmasını istemediğini diğerine yapmayan, kendisine yapılmasını istediğini de bir diğerine yapan vazife bilincine sahip olmasıdır.

Lao Tse’ye göre ise kişi, bütün varlıklarla uyum içinde bir hayat yaşamalıdır. Bu öğretinin ilk kuralı ayrım yapmama erdemidir. Hak edeni kolla; onunla eşit düzeyde hak etmeyeni de kolla. Erdemini tüm yönlerde, ayrım yapmadan yayarsan ayakların Tao’ya giden yolda sağlam bir yere basar… 

Tao ile yekvücut olmak isteyen, tüm varlıklara kucak açmalıdır: Tüm varlıklara kucak açmak, kişinin, yaşayan veya ölü, şekilli ve ya şekilsiz, herhangi bir şeye ya da düşünceye hiçbir öfke ya da karşı çıkış göstermemesi demektir.” Lao Tse’nin işaret ettiği kozmik düzen varlığa içkindir ve onu bozan gereksiz müdahalelerdir. Tao bu çerçevede varlığın bütüncüllüğünden hareketle insanı da içine alır. 

O halde Lao Tse’nin âlem tasavvurunda her şey olması gereken yerdedir, bu yerde olmak ve yerini korumak zorundadır. İnsan söz konusu kozmostan güç alarak yeryüzünü anası, gökleri babası ve tüm canlıları kardeşleri olarak kabul eder. Onlara özen göstermekle bir bakıma kendisine de özen gösterdiğini bilir. 

“Başkasına yapılanın sana yapılmış olduğunu anladığın zaman, büyük hakikati de anlamışsın demektir.”

 Lao Tse’ye göre biz gözümüzü, insan yapımı düzenden doğanın dünyasına çevirebilirsek bozuk ve sorunlu şeylerin başarılmış olduğunu görebiliriz. 

“Eskiden, insanlar bütünlük içinde bir yaşam sürerlerdi. Aklı fazla önemsemezler, Ama her şeyde akıl, ruh ve bedeni bütünleştirirlerdi. Bu, onları kavramların kurbanı kılmadı bilakis bilginin babası olmalarını sağladı. Yeni bir buluş ortaya çıktığında, onun sağlayacağı kolaylıkları olduğu kadar sebep olacağı sorunları da göz önüne aldılar.” Sorun insanın önce kendisinden, sonra çevresinden, sonra tabiattan kopması ve onlara yabancılaşmasıdır. Lao Tse için yalıtık ve parçalanmış insan değil, bütüncül insan önemlidir. Buna göre insan parlak yanını sönük yanıyla, yüksek yanını alçak yanıyla birlikte tutmalıdır. Kişi, kendi içinde bir bütün olup, varlığa da kendisini ondan ayırmayacak nispetle bir bütün olarak yaklaşırsa hakikatin yani Tao’nun izini bulmaya çıkmış olur.

Farklılıkları

 Gelelim bu iki düşünürün aralarındaki farklılıkların neler olduğuna. Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi ikisinin de temel kaygıları siyasi ve ahlaki yozlaşmanın ve düzensizliğin hüküm sürdüğü bir dönemde, bu çöküşü durdurmanın yollarını bulabilmekti. Konfüçyus kurtuluşu eski geleneklere geri dönmekte bulmuştur. Zhou krallığının otoritesini ve o dönemin feodal toplum düzenini yeniden kuvvetlendirmeye yönelik bir öğreti geliştirmiştir. Bu amaçla eski gelenek ve töreleri araştırıp klasik metinleri incelemiş,bunlardan politik ahlaksal sonuçlar çıkarıp uygulamaya çalışmıştır.

Aile

Bunu yapabilmek için dönüp dolaşıp geldiği küçük organizma aile oldu.

“Aile Kurumu” toplumun temel taşıydı. Evet toplumda yozlaşma had safhadaydı belki ama buna rağmen aile bağlarının güçlü olduğunu gözlemledi. Eşlerin, babanın, ananın, ağabeylerin, kardeşlerin aile içinde kendine düşen bir görevi ve sorumluluğu vardı. Aile içindeki bu hiyerarşik yapı sağlıklı olarak çalışmaktaydı. Dolayısıyla aile modeli toplumdaki bozukluklar için de potansiyel bir çözüm olabilirdi.

Toplum insanlardan oluşuyorsa eğer insanlar arasındaki ilişkilerin nasıl olması gerekir? Onun sisteminde bu ilişkiler hiyerarşik ve ayrıntılarıyla açıklanmaktaydı. Bu manada her önemli ilişki çiftinin (karı-koca, baba-oğul, kral-teba) her bir üyesinin kendisi için açıkça belirlenmiş yükümlülükleri söz konusudur. Hükümdar iyiliksever, halk ya da memurlar ise sadık olmalıdır. Koca adil, kadın itaatli; baba nazik, oğul evlada yaraşır; büyük kardeş düşünceli, küçük kardeş itaatkar, arkadaşlar ise birbirine sadık olmalıdır.

Toplumu değiştirmenin yolunun ailede var olan erdemleri dönemin hükümdarına aşılamaktan geçtiğini düşündü. Düzen aile seviyesinde işliyorsa bunu tepeye de uygulama düşüncesini benimsedi.

Eğer hükümdar tebaasını çocukları olarak görür ve onlara hem sevgi gösterir hem de disiplini sağlamak için gerektiğinde sert davranmasını bilirse, doğruluğu elden bırakmadan merhametli olursa bunun bir sisteme dönüşeceğini ve bu sayede etik değerlerin yukarıdan aşağıya topluma akacağını ve bunun sistemin her kesime faydalı olacağını belirtti.

Halkın şöyle demesi gerekirdi: “Hükümdarın nasıl yaşadığına bak, işte sen de öyle yaşamalısın.”

Gelenekler

Konfüçyüs’ün odaklandığı bir başka nokta da bozulmakta olan geleneği yeniden güçlendirmekti. Görgü kurallarına ve törelere çok önem veren Konfüçyüs, “Bunlar en azından kişiliğimizi sağlamlaştıran ve sapkınlık ve taşkınlıktan bizi koru­yan bir sed gibidir” diyerek bizi şöyle uyardı: “Bu seddin gereksiz olduğunu sanıp da onu yı­kanlar gün gelir taşkınlıkların ve azgınlıkların dalgaları içinde boğulup giderler.”

Törenlere ancak ruhu olan törenlere önem veriyordu. Çünkü törenler sembolik olarak bir şeyin ruhunun canlandırılmasıdır. Konfüçyüs’ün fark ettiği, törenlerin kişiliğimizde kalıcı olarak değişiklikler yapabileceğiydi. Gelenekten gelen törenler doğru tavır ve içtenlikle uygulamayı huy edinmek, zihinleri değiştirebilirdi. Erdemli hisler, erdemli varlıkları yaratırdı. Tören vasıtasıyla insanın içindeki iyiliği ve bu tür nitelikleri beslemek ve böylece söz konusu insan içten içe bütünüyle dönüşüme uğrayabilirdi.

Salt fiziksel bir eylem olarak uygulanan tören kendisi olan ancak kokusu ve özü olmayan bir çiçek gibidir.

Konfüçyüs şöyle der “Eğer yöneticiler bir ülkeyi tören ve saygı ile yönetemiyorlarsa törenler ne işe yarar? Eğer insanlar insanca değilse, törenlerin ne önemi vardır.”

Lao Tse ise toplumdaki çürümenin ahlak dersi verme ve politik önlemler almayla giderilemeyecek kadar derin olduğunu düşünüyordu. Tersine, tüm töreler, kurallar, ahlak, politik girişimler kötülüklerin asıl kaynaklarıydı. İnsanların doğallıklarına dönmeleri, her türlü tutku ve bencillikten kurtulmaları, toplumsal norm ve değerlerden vazgeçmeleri gerekiyordu.

Birey ve Toplum

Konfüçyüs’e geri dönecek olursak. Kendisinin aileye verdiği önemden bahsettik ama biraz daha derine inelim şimdi. Aile aracılığıyla öngördüğü toplumsal düzende başlangıç noktası, kişinin kendisi üzerinde çalışmasıydı.

Konfüçyüsçü öğretide milletleri için düzen getirmek isteyenler, önce ailede denge sağlamalıdır, ailede denge sağlamak isteyenler önce kendisini eğitmelidir, kendisini eğitmek isteyen ise aklını bir düzene sokmalıdır, aklın düzeniyse iyi niyet sahibi olmaktan geçer. Kişinin kendisinden başlayıp toplumlarına varan erdem ve vazife yolu Konfüçyüs’ün ahlak sisteminin temelini oluşturur. “Dıştakini iç­tekinden yeğ tutan kişi daha olgun değildir; dıştakiyle içtekini bir tutan kişi yücedir.” diyerek içi dışı bir olan kişinin önemini vurgular.

“Erdem olduğu yerde kalmamalı, komşuları da etkilemelidir.” diyen Konfüçyüs’e göre kişi kendi kişiliğini geliştirdikçe başkalarına iyi bir örnek olabilir.

Konfüçyüs’un insancıl (hümanist) düşüncelerine göre gerçekten erdemli olmayı başarabilen kişi dünyaya sırt çevirmiş çileci bir ermiş değil, aydın, bilgili, insanları ve dünyayı tanıyan, her zaman Altın Ortada durmasını bilen kişidir.

Konfüçyüs bunun yanında eksik olan ve yapılması gereken şeyi yaşamın entelektüel olarak yeniden organize edilmesi olarak görmüştür. Kişiler toplumdaki rollerini yerine getirirken nelere dikkat etmelidir? Konfüçyüs’e göre insanın konumu ne olursa olsun kendi işini bırakıp yetkisini aşarak başkasının işine karışması hem kişinin kendisini hem de toplumu çürütür. İyi yönetimin biricik sırrı budur.

Bir gün Konfüçyüs’e, devlette kendisine önemli bir görev ve yetki verilse önce ne yapacağı sorulduğunda, “Şu kesin, önce her şeye adını bildirirdim.” demiştir.

İnsan toplum için kendisine yatırım yapmak durumundadır. Bunu bencillik olarak görmemek gerekir aksine Konfüçyus’a göre bir erdemdir. Çünkü kişinin kendisini geliştirmesi, topluma daha faydalı nasıl olabilirim sorusunun bir gerekliliğidir. Yani görev bilinci vardır ve en hakiki vazife insanın kendisini toplumu için adalet ve doğruluğa adamasıdır.

Lao Tse de, kişinin kendilik inşasını merkeze alır ancak Konfüçyüs’ten farklı olarak kişiyi toplumdan uzaklaştırır. Çünkü bu inşa sürecinde toplumun kişinin “kendilik inşası”na katılımını kişinin kendisini olduğu gibi keşfetmesine engel olduğunu düşünür.
Bu tutum aynı zamanda kişinin kendine yeterli olma çabasının önündeki engelleri de barındırır. Kişi kendine yeterli olmalıdır. Çünkü kendine yeterli olan kişi “asla nefret etmez, asla karşı koymaz, asla yarışmaz; yalnızca öğrenir ve var olur. Sevmek, nefret etmek, ümit sahibi olmak: Tüm bunlar bağlılıktır. Bağlılık kişinin gerçek varoluşunu engeller. Bu nedenle, mükemmel varoluş hiçbir şeye bağlı değildir ve yapısız bir tavırla herkese aittir.”

Konfüçyüs, korku ve kaygıyı, insanın çevresini erdem ve yasayla hazırlamak yoluyla yatıştırıp ortadan kaldırma inancına yakın dururken; Lao Tse, bireyin kendisini erdem ve yasa üzerinden inşa ederek korku ve kaygıyı kişinin yaşamında uzaklaştırabileceğine inanır.

Lao Tse, Konfüçyüs’ün aile ve toplumdan hareketle yeryüzü ve Gök arasında kurmaya çalıştığı yolu, insanın kendi içinden hareketle kurmaya çalışır. Bu karşılaştırmada Konfüçyüs, insanlara neyi nasıl yapmaları gerektiğini anlatmaya çalışırken, Lao Tse daha çok insanın kendisini nasıl tanıyabileceğini ve yola nasıl çıkılabileceği üzerinde durur.
Lao Tse’nin sistemi, kişinin sağa sola müdahale etmeden sadece kendi içine ve işine bakması olarak özetlenebilir. Bilge kişi kendi doğasının farkına vardıktan sonra kendi doğası ile dış doğanın aynı kaynaktan geldiğinin farkında olarak doğal olanı öne çıkarıp Tao’nun tezahür etmesine yardımcı olabilir. Bunun yoluysa kişinin sadece kendi işine bakıp etrafına müdahil olmamasından geçer.

Aslında Evrenin özsel kozmik hareketinde her varlığın doldurması gereken bir yere sahip olduğunu düşünür Lao Tse. Bu nedenle herkes kendi görevini yerine getirmelidir.

Eğitim ve Öğrenim

Ancak eğitim ve öğrenim söz konusu olduğunda bu iki dü­şünürün görüşleri yine ayrılır. Konfüçyüs, geleneği yeniden güncellemeyi, bununla kaos içindeki toplumu yeniden sağlam kökenleriyle buluşturmayı amaçlamıştır.. Bu dinamizmi yakalatan önemli unsurlar ise Lao Tse’nin karşı çıkacağı merasimler ve müziktir. 

Merasimler, Konfüçyüs’ün ahlak sisteminde sadece adabı muaşeret kuralları değildir, onlar bir hayat tarzını saklamaktadır. Başka bir deyişle, onlar aynı zamanda dinidir. Müzik de ferdin kendisi ve toplumla arasında uyum sağlama aracıdır. Konfuçyüs’e bağlı olanların eğitimlerinde ayinler ve müzik oldukça önemli bir yer tutar. Kurallar ve cezalar, ayinler ve müziğin niteliğini, toplumsal dönüşüm gücünü yükseltmek için kullanılır. Bu kabulün altında Gök ile yerin uyumunun sağlanması gerektiğine ilişkin dini bir inanç vardır. Bu bağlamda aslında ayinler ve müzik, Göğü model edinip, o düzenin yeryüzüne inmesine aracılık edebilirler. 

Başka bir anlatımla evren, aslen düzenlidir. Ayinler ve müzik, kâinatı düzeltmek, onu daha güzel yapmak için kullanılabilir. Konfüçyüs tam da bu amaçla onları kullanır. Konfüçyüs, müzikle insanın iç yapısının, merasimlerle de dış yapısının inşa edilebileceğine ve toplumsal vazifeleri üstlenmeye hazır hale getirilebileceğine inanır.

Çin’de tüm toplumun eğitilmesi fikri ve eğitilerek daha iyi bir toplum yaratılacağı fikri Konfüçyüs ile başlamıştır. Konfüçyüs şöyle der “Eğer halk kanunlarla yönetilir ve cezalarla yola getirilmek istenirse, halk kendilerini cezalardan kurtarmaya çalışacak, fakat yaptıklarından hiç utanç duymayacaklardır. Halk erdemle yönetilir ve eğitimle yola getirilmek istenirse, halk kanunlara uymaya çalışacak ve uymadıklarında utanç duyacaklardır ve böylece iyi olmaya çalışacaklardır.”

Lao Tse Konfüçyüs’ün çok önem verdiği müziğe yolda gerek görmediği gibi, yasalara ve törelere de karşı çıkmıştır. “Eski zamanların Tao’ya göre yaşamasını bilen imparatorları halkın çok bilmiş olmasını değil, doğal olmasını isterlerdi. Halk iyi yönetilemiyorsa çok şey biliyor demektir. Bunun için gereksiz bilgiyi yaymayanlar mutluluk ülkesini yönetirler.”  

Bir bilge kendisini nasıl Tao’nun yoluna koyabiliyorsa bir hükümdar da ülkesini Tao’nun yoluna sokmalıdır. “İmparatorlar ve beyler Tao’nun doğal yolundan çıkmamayı bilselerdi bütün yaratıklar onlara saygıyla uyardı; yer ve gök bir olurdu ve Tao her yana yayılırdı; kimse halka buyurmazdı ve halk kendiliğinden doğru yolda giderdi. ” 

“Tao’nun egemen olduğu yerlerde barış olurdu. Çünkü bilge kişi silahları ve savaşı sevmez. Eline bir silah almak zorunda kalırsa bunu istemeye istemeye kullanır. Bunu kullanmaktan hoşlanmak insanları öldürmekten hoşlanmak demektir. “

“İyi olan yener, bu ona yeter. O yener ve ezmez. Yener ve kendisini üstün görmez. Yenmemek elinde değildir. Yenerken zorlamaz.” Tao’nun egemen olduğu imrenilecek durumda­ki bir toplumda halkın doğal, yalın, saf ve kafası karışmamış kalarak, barış ve bolluk içinde yaşayabileceği vurgulanmıştır. “İnsanların seve seve ölüme gitmemesini sağla­yın! Uzaklara göç etmemesini sağlayın! Savaş arabaları ve gemileri olsa da bunlara binmesin. Zırhları ve silahları olsa da bunları kuşanmasın. Aşı tatlı, giysisi hoş, evi rahat olsun. Beğendiği töreye uysun… İnsanlar zamanından önce yıpranmasın, ölmesin.”

Konfüçyüs eski gelenek ve töreleri araştırdı, klasik metinleri toplayıp inceledi. Bunlardan politik ahlaksal sonuçlar çıkarıp uygulamaya çalıştı. Bir süre -başarıyla!- bir bölgenin son derece otoriter valisi oldu. Ama politik entrikalar ortamında bu uzun sürmedi. Görüşlerini benimseyip gerçekleştirecek bir hükümdar, bir prens aramaya girişti. Bu olmayınca ülkenin selameti için bildiklerini geleceğe miras bırakmaya karar verdi. Bu amaçla bir okul kurarak öğrenciler yetiştirmeye başladı.

Lao Tse ise toplumdaki çürümenin ahlak dersi verme ve politik önlemler almayla giderilemeyecek kadar derin olduğunu düşünüyordu. Tersine, tüm töreler, kurallar, ahlak, politik girişimler kötülüklerin asıl kaynaklarıydı. İnsanların doğallıklarına dönmeleri, her türlü tutku ve bencillikten kur tulmaları, toplumsal norm ve değerlerden vazgeçmeleri gerekiyordu. Gösterdiği yolu kimsenin izlemek istememesi, Lao Tse’de Konfüçyüs’ta olduğu gibi hayal kırıklığı yaratmadı. O, etrafina öğrenciler toplayıp bir okul kurmaya da çalışmadı…

Lao Tse ile Konfüçyüs’ün görüşmeleri üzerine Taocu’ların bir çok söylenceleri vardır. Bunlara göre Konfüçyüs , Lao Tse’yi ziyaret ederek onun bilgisine başvurur. Lao Tse onun gururlu ve girişimci tutumunu eleştirir. Kong Zi sarsılmış ve Ustaya derin şekilde hayran kalmış bir halde öğrencilerinin yanına döner. Lao Tse’nin bir “ejderha” gibi olduğunu anlatır… Bu özet çerçevesinde pek çok değişik öykü vardır. Bunların pek çoğu da Zhuang Zi’nin yazdıkları.

Söylenceye göre Lao Tse ülkede huzursuzluğun egemen olduğunu görünce Zhou Krallığının arşivciliği görevini bırakıp ülkeyi terkeder. Ancak sınırda, sınır bekçisi Guan Lin Yin Xi’nin (“Sınır Komutanı Xi”) ricası üzerine, bilgeliğinin gümrüğü olarak öğretisini yazıp bırakmaya razı olur. Tüm bildiklerini yaklaşık beş bin düşün-simgede özetleyip Tao Te Ching’ i yazar…

Kaynakça:

Tse,L. (2015). Tao Te Ching. İstanbul: Yol Yayınları

Störig, H.J. (200). İlk Çağ Felsefesi: Hint Çin Yunan. İstanbul: Yol Yayınları

Aktiffelsefe Araştırma Grubu


Doğu ve batı felsefelerini ve kültürlerini incelediğimiz felsefe seminerlerimize katılmak isterseniz de buraya tıklayarak ücretsiz kayıt yaptırabilirsiniz. Bu arada seminer konularımızı incelemek için Felsefe Seminerleri sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

İlginizi Çekebilecek Diğer Yazılarımız:

gtag('config', 'AW-802439404');