Upanişadlar Üzerine Bir İnceleme –
Aktiffelsefe Araştırma Grubu

Hint kutsal metinleri insanlık tarihinin, günümüze kadar ulaşan en eski dini metinlerinden birisidir. 
Bu metinlerin arasında Upanişadlar ’ın ayrı bir yeri vardır.  Zengin içerikleriyle dikkat çeken Upanişadlar ’da Tanrı bilgisi, doğum-ölüm döngüsü (karma-tenasûh) ve kişinin bu doğum-ölüm döngüsünden hangi yollarla kurtulabileceği (moksha) anlatılır.

Etimolojisi

Gizli öğretiler olarak bilinen Upanişadlar’ın kelime manası değişik şekillerde söylenmektedir.
Kelimede geçen ‘sad’ fiili farklı anlamlara geldiğinden çıkmıştır bu tanımlar.
Kelimenin ‘oturmak’ kökünden geldiği düşünüldüğünde Upanishad terimi, “öğrencilerin ruhsal ve gizemli bilgi elde etmek amacı ile hocalarının etrafında oluşturdukları halka” anlamına gelir.
Kelimenin menşeinin “tahrip etmek” fiili olduğu düşünüldüğünde ise bu terim, “her türlü kötülük ve sıkıntının kaynağı olan cehaleti ve arzuları tahrip eden sırlı bilgiler” anlamını taşır.
Yine bu kelimenin diğer bir anlamı, yedinci yüzyıl tefsircisi Sahankara tarafından “Tanrı bilgisi – Kişiyi cehalet bağlarından koparan ve en yüksek amaç olan özgürlüğe ulaştıran Tanrı/Brahman bilgisi” olarak ifade edilir.

Bilinmesi Gereken Bazı Terimler:

Upanişadlar’ı anlamak için burada geçen bazı terimleri bilmek gerekir:

Atman:


İnsanların gerçek ‘ben’i olarak kabul edilir bu terim. İnsanın içindeki Tanrısal özdür Atman. Upanishadlar’a göre Benlik(Atman) kolayca tanınamaz. Atman ancak büyük bir çabayla kavranılabilir. Bunun için her türlü hazdan ve bunları elde etmek için gösterilen gayretlerden tamamen vazgeçmek gerekir. Benliğin gerçek arayıcısı içe dönük, dünyevi hedeflerden tamamen sırtını çevirmiş biri haline gelmelidir. Ancak bu şekilde kişi Atman’ı idrak edebilir. Atman, dünyaları ve tüm nesneleri birbirine bağlayan bağdır. İnsanın içindeki ebedi yönlendirici olan Atman, tüm varlıkların içindedir ama varlıklar onu tanımaz. Tüm varlıklar onun vücududur. O tüm varlıkları içten dışa doğru yönetir.

Brahman:

Tanrısal güç, mutlak, her şeyi kuşatan anlamına gelen bu kelime, bizim anlayabileceğimiz şekilde, en büyük tanrıdır. Upanişadlar’da sürekli vurgulanan öğreti, her şeyin Brahman’ın bütünlüğünden bir parça olduğudur. Mutlak bir O’dur. Diğer tüm varlıklar ise O’nun parçasıdır. En yüce gerçeklik olarak kabul edilir metinlerde. Brahman ezeli ve ebedidir, her şeyi bilen ve bilgisi kendiliğinden olandır. Kişinin, kurtuluş için Brahman’ın bilgisine ulaşması gerektiği söylenir Upanişadlar’da. Bu bilgiye ise ancak Atman’ı tanıyarak ulaşılabilir. Çünkü Atman ve Brahman esasında birdir.

OM hecesi:

Bu hece Tanrı’ya delalet eder. Aynı zamanda bir bütün olarak evreni temsil eder. Upanishad metinlerinde, OM hecesinin tek tek (A-U-M) ve bir bütün olarak neye karşılık geldiği, kişiye neler kazandırdığı, ne anlamlar ifade ettiği hususunda çok önemli bilgiler yer almaktadır. Doğum-ölüm çemberinden (samsara) kurtularak nihai kurtuluşa erme (mokşa) ve benlik/nefs ile irtibata geçerek Atman’la özdeşleşme noktasında Om hecesi büyük rol oynar.

Karma:

“Kişinin durumu yaptıklarına ve davranışlarına göre belirlenir. İyilik yapan iyi, kötülük yapan kötü olur. Temiz davranış kişiyi temiz, kirli davranış kirli yapar” cümlelerinde olduğu gibi bu terim, ferdin geleceğini belirleyen ve samsara çarkını (doğum-ölüm döngüsü) döndüren yegâne amil olarak da kullanılır. Yapılan her türlü davranış (karmik birikim), ferdin geçmiş, şu an ve gelecek yaşantısını tayin etmede etkin rol oynar. Bu anlamda karma deyimi, iradi fiiller ile sonuçları arasındaki ilişkiyi düzenleyen ve âlemdeki adaleti temin eden bir prensip veya doktrin anlamında da kullanılır. Basitçe, karma etki tepki yasasıdır.

Yeniden doğuş/Gene doğum/Reenkarnasyon/Samsara:

Bu kavramlar, ruhun bir bedenden diğer bir bedene geçmesi anlamına gelir. Upanişadlar’a göre Mutlak Bir’e yani tanrı Brahman ‘a ulaşmayı başaramamış her kişi, ölümünden sonra, başka bir bedende yeniden can bulacaktır. Bu bedenin nasıl bir beden olacağı ise kişinin önceki yaşamına bağlıdır. Önceki yaşamını iyi geçirmiş kişiler insan olarak, kötü geçirmiş kimseler ise hayvan olarak dünyaya döneceklerdir.

Mokşa(Kurtuluş):

Bu kavram, ruhun doğum-ölüm çemberinden kurtulmasını ifade eder. Bu duruma şu cümle örnek olarak gösterilebilir: “Bilgili kişi acıyı ve kötülüğü yener. Kalbin bağlarından kurtulan kimse, ölümden azade hale gelir”. Upanishadlar’a göre kurtuluş, insanın içinde bulunan, kendisine ve bütün kâinata hayat veren ölümsüz Mutlak(Brahman) ile aynı tabiatta olduğunun farkına varmasıdır. 

Bu kavramları açıkladıktan sonra, bazı Upanişad metinlerine bakalım.

KATHA UPANİŞAD

“Ölümsüzlüğün sırrı; kalbin arınması, derin düşünme ve insanın manevî âleme dönük gerçek Ben’inin (Atman) Tanrı (Brahman) ile aynı varlık olduğunu idrak etme yoluyla bulunabilir. Çünkü ölümsüzlük Tanrı’ya ulaşmaktır.”

Bu metinde konuşma; ölüm meleği Yama ve ‘gerçekliğin’ bilgisine aç Nachiketa arasında geçer. 

Genç bir oğlan olan Nachiketa, babasının kendisini ölüm meleği Yama’ya kurban olarak adadığını öğrenince, kaderine razı olur ve bir ormanda ölüm meleğini beklemeye başlar. Üç gün sonra yanına gelen ölüm meleği ile aralarında geçen konuşmada Nachiketa, melekten ölümsüzlüğün sırrını açıklamasını ister. Yama, başta bu sırrı açıklamayı kabul etmese de Nachiketa’nın samimi bir ‘gerçek’ arayıcısı ve bu dünyaya ait bütün tutkularından sıyrılmış biri olduğunu görerek ölümsüzlüğün sırrını açıklamaya başlar: 

İyi ve güzel farklı şeylerdir, der ölüm meleği. İyiyi seçenler, kutsal kişiler; güzeli seçenler ise gerçek amacı yitirmiş olan kişilerdir. İnsan hayatta bunların her ikisiyle de karşılaşır. Ancak bunları birbirinden ayırt edebilen bilge kişi, güzeli değil, iyiyi tercih eder; bedenî tutkuları tarafından yönetilen ahmak kişi ise, iyi yerine güzeli tercih eder, diye devam eder, melek.

Bilgi ve cehalet farklı şeylerdir diye ekler sonrasında Yama. Zevk verici şeylerden feragat eden kişi, bilginin ötesine, Hikmet’e ulaşır. Kendini beğenen kibirli kişi, sadece kendi çıkarları konusunda akıllıdır ve cehalet cehenneminde yaşar der.

Yama, konuşmasının devamında, ölümsüzlüğün sırrının ancak zevk verici şeylerden feragat edip saf iyiliği seçmiş olan bilge kişilere açıklanabileceğini belirtir. Nachiketa bu bilgiyi hak etmiştir. Atman’ı (gerçek ben) tanıyıp, Brahman’a (Tanrı) ulaşmaktır ölümsüzlüğün sırrı. 

Atman, her türlü mantık bilgisinin ötesindedir, en lâtif olandan daha lâtiftir. Atman ile Brahman’ın, başka bir deyimle, insanın uhrevî tarafı olan gerçek «Ben» ile yüce Tanrı’nın aynı varlık olduğunu bilen bir kimse, Hakikate ulaşır.

Ve sonra Yama, Atman’ı kimlerin tanıyabileceğini anlatır. Bütün tutkularından kurtulmuş, zihnini ve duyularını arıtmış, tefekküre dalmış kişiler tanıyabilir Atman’ı. Varlığının derinliklerinde gizli olan bu Beni tanıyan kişi, önündeki her engeli aşar.

Tanrı, her varlığın özünde gizlenmiş olan gerçek bendir. Gerçeğin peşinde olan kişi, tıpkı bir kamışın içindeki özün çıkarılması gibi, gerçek beninin bedenden tamamıyla ayrı bir varlık olduğunu idrak etmeye çalışmalıdır. Ve insan, inandığı tanrının bir parçasının kendi içinde olduğunu bilmelidir.

Tutkulardan arınıp saflığı seçerek en yüksek iyiye ulaşalım. Aradığımız güç ve enerji dışarda değil, içimizde bir yerde en hakiki haliyle duruyor. Onu bulmak dileğiyle…

ISHA UPANİŞAD

“Dünyadaki hayat ile ruh âlemindeki hayat, birbirine zıt şeyler değildir. Çalışma hayatı Tanrı bilgisine zıt bir yaşantı değildir, aksine, tutkusuz olarak yapılan her faaliyet, bu bilgiye ulaşmak için bir vasıtadır. Diğer taraftan, terk ve feragat, egodan, bencillikten terk ve feragât etmedir. Yoksa hayattan değil. Çalışmanın ve feragâtın amacı, içteki Atman’ı ve dıştaki Tanrı’yı tanımak ve onların ayniyetini idrak etmektir. Atman, Tanrı’nın kendisidir. Ve Tanrı her şeydir.”

Bu metinde anlatılmak istenen, diyalogla değil nesir şeklinde anlatılır.

Isha Upanişad’a göre kendilerini sadece dünya hayatına adamış kişiler karanlıkta kalmaya mahkumdurlar. Sadece tefekküre dalmış kişiler de aynı durumdadır. Hem dünya yaşantısını hem de ruhî hayatı bir arada sürdüren kişiler ise, dünya hayatı ile ölümü yenerler, düşünce hayatı ile de ölümsüzlüğe ulaşırlar.

Yaşadığımız dünyanın gerçek bir dünya olamadığını bilelim. Belki Platoncu bir edayla idealar dünyasını bekleyelim belki dini inanışlarla ölümden sonra yaşamı veya inandığımız tanrının dünyasını. Ama bu dünyada yaşarken diğerini, diğer dünyayı düşlerken burayı unutmayalım. Dengede olabilmek dileğiyle…

KENA UPANİŞAD

“Tabiata ve insana ait her faaliyetin ardındaki kudret, Tanrı’nın kudretidir. Bu gerçeği bilmek, ölümsüz olmaktır.”

Bu metinde tanrıların şeytana karşı kazandıkları zafer karşısında yaşadıkları anlatılır.

Bir vakitler, tanrılar şeytana karşı bir zafer kazanmışlardır. Bu zaferlerini en büyük tanrı Brahman sayesinde kazandıkları halde, gurura kapılıp zaferi kendilerinin kazandığını söylemişlerdir. Tanrı Brahman, onların kibrini görerek karşılarına çıkmış ve diğer tanrıların sahip oldukları şan ve şerefin kendisi sayesinde olduğunu göstermiştir onlara.

Bu hikayeyle verilmek istenen şudur: Bir şimşeğin ani parıltısında olsun veya gözlerin parıltısında olsun, görülen her kudret Tanrı’nın kudretidir. Zihnin düşünme, hatırlama ve arzu etme kudreti de, Tanrının kudretidir. Bundan dolayı, kişi gece gündüz Tanrıyı düşünmelidir. Tanrı, her varlığın içindeki iyiliktir, faydadır. Tanrı bu şekilde düşünülmelidir. Böyle bir insan, diğer bütün varlıkların saygı gösterdiği bir kimse olur.

Neye inanırsak inanalım, içimizde bir güç vardır. Tanrı’nın gücü, evrenin gücü veya her ne şekilde adlandırılırsa adlandırılsın. Bu güç iyiliktir. İyiliği unutmamak dileğiyle…

PRASNA UPANİŞAD

“İnsan; hayatî soluk, düşünce, duyular ve hareketlerden müteşekkil bir varlıktır. Bu unsurlar, Atman’dan zuhur ederler ve eninde sonunda, bir akarsuyun denize karıştığı zaman kaybolması gibi, Atman’a karışarak ortadan kaybolurlar.”

Bu metinde, altı talebenin hocalarına soru sorması ve hocalarının cevapları öğretilir.

Kişinin kurtuluşa ermesi(moksha) Brahman’la birleşmesiyle olur der Upanişadlar. Kişi kurtuluşa erdiğinde gene-doğum çemberinden(reenkarnasyondan) kurtulur. Çünkü artık o, evrimini tamamlamış, en mükemmele yani Tanrı’sına ulaşmıştır.

Brahman’la birleşmek için önce Atman’ı anlamalıdır kişi. Atman, çilecilik ve uygun bilgiyle idrak edilebilir. Bedendeki ışığı (Atman’ı) tüm kusurlardan arınmış saf çileciler görebilir. Atman’ı görmeyi başaranlar, onun kalbin gizli yerinde saklı olduğunu bilirler. Brahman’ın kaynağı olan Atman’ı gören kişiler, iyi ve kötüyü bir kenara atar. Böyle kimseler lekesiz hale gelerek en yüce kimliğe kavuşur. Dolayısıyla kurtuluş vesilesi olan Atman çilecilikte, saflıkta, inançta ve bilgide aranmalıdır. Ölümsüzlüğü elde etmek için hayat bu istikamette sürdürülmelidir. Böylece Brahman’la birleşmeye hazır olacaktır insan.

Bu birleşmede Atman, Brahman’da kaybolur der öğrencilerin hocası. Atman, ölümle birlikte bedeni terk eder ve çiğ tanesinin parlak denize düşerek onda yok olması gibi evrensel ruha karışarak kaybolur. Birleşen ve birleşilen arasındaki bu tür bir özdeşliğe ulaşan bireysel zihin, Kozmik Zihin’le birlikte var olmaya devam eder. Bu birleşme, bireysel bilinçle evrensel bilinç arasında tam bir özdeşleşmeye yol açar. Bu durum, ırmakların denize ulaşması esnasında, ona karışarak isim ve şekillerini kaybetmeleri benzetmesi kullanılarak şu şekilde anlatılır: “İnsanlar da asıl gayeleri olan Tanrı’ya ulaştıkları zaman, O’na karışıp kaybolur, isim ve şekilleri dağılır ve bir şekilde Tanrı diye isimlendirilirler. İşte parçaları olmayan bu kişi ölümsüzdür.”

Gerçek olan, içimizdeki varlıktır. Ona ulaşmak ise ancak saf bilgi ve inançla mümkündür. Bilgiyle yoğrulup içimizdeki gerçekliğe ulaşmak dileğiyle…

MUNDAKA UPANİŞAD

“Çeşit çeşit olan nesneler, sadece Tanrının tezahürleridir. Bu sebeple, sadece nesneleri tanımak yeterli değildir. Aynı şekilde, insanların bütün faaliyetleri de sadece evrensel yaradılış seyrinin safhaları olduklarından dolayı; sadece faaliyet göstermekte, yeterli değildir. 

Bilge kişi, bilgi ile hikmet arasındaki farkı ayırt edebilmelidir. Bilgi, nesnelere, faaliyetlere ve ilişkilere ait bir şeydir. Hikmet ise, sadece Tanrı’ya ait bir şeydir ve O, daima bütün nesnelerin, faaliyetlerin ve ilişkilerin ötesindedir. Yegâne hikmet, Onunla birleşmektir.”

Bu metinde Tanrı bilgisinin bir silsile halinde bilge kişiden başka bir bilgi arayana öğretildiği söylenir. Bu bilgiyi elde etmiş olan bilgelerden Angiras konuşur ve anlatır Tanrı bilgisini:

        Tanrı, sebepsiz sebeptir. Evrenin bir sebebi (sebebi, Tanrı’nın kendisidir), olmasına karşın, Tanrı’nın sebebi (varlık nedeni) yoktur. O, kendiliğinden vardır, ezeli ve ebedidir. O, tüm duyuların ötesindedir. Her şeyin içine yayılan, en latif olandan daha latif ve her şeyin kaynağı olan ölümsüz varlıktır. Tanrı, kendi varlığından evrenin maddi sebebini, bu sebepten ilk enerjiyi, enerjiden zihni, zihinden elementleri, elementlerden çeşitli dünyaları ve bu dünyalarda yaşayan varlıkları, bu varlıkların davranışlarından da yapılan işlerin ödül ve cezasını meydana getirmiştir. Bu şekilde, örümcek ağının örümcekten, bitkilerin topraktan ve kılın insan bedeninden çıkması gibi her şey, bütün evren ve yaşam ile ebedi varlık (Atman), Tanrı’dan zuhur etmiştir. O, bilginin kendisidir. Evrensel akıl, şekil, isim ve yaratılmış olan tüm varlıklar, ondan doğmuştur.

Tanrı bilgisini kimlerin elde edebileceğini de belirtmiştir Angiras. Geçici ve sonlu bilginin peşinden gidenler, buldukları şeyin sarhoşluğuyla mutlu olurlar ve cehalet cehenneminde yaşarlar. Bu kimseler, Tanrı’yı tanımazlar demiştir. Bu dünyada yaptıkları, onları, cennete ulaştırsa bile, dünyada yaptıklarının ödülünü aldıktan sonra, yeniden doğuşla bu dünyaya geri dönerler. Ruhi hayata bağlanmış olan insan, geçici ve sonlu olanın kendisini kör etmesine izin vermez ve kendisini kontrol ederek, zihnine ve duyularına hâkim olarak, derin düşüncelere dalarak, dünyanın kötülüklerinden ve geçici heveslerinden arınırlar ve gerçek Ben’e yani Tanrı’ya ulaşırlar. Onlar, Tanrı’ya sadece geçici işlerle ulaşılamayacağını bilirler. Geçici olanın çabası ile sonsuz bir varlığa nasıl ulaşılsın? Ancak kişisel Ben (Atman) ile evrensel Ben’in (Tanrı-Brahman) aynı varlık olduğunu idrak eden, kalbindeki cehalet düğümünü çözebilir ve ancak o zaman bütün şüpheler, yapılan işlerin bütün kötü sonuçları yok olur. Kalbin arınması, ancak bu şekilde, Gerçek Ben’in bulunması ve evrensel Ben ile bir olduğunun idrakiyle gerçekleşir. Tüm varlıklar, Tanrı’dan zuhur etmiştir ve yine Tanrı’ya dönecektir. O, her şeyin içindeki her şeydir.

Neye inanıyorsak, onun bilgisi ile kalplerimizin arınması dileğiyle…

MANDUKYA UPANİŞAD

“İnsan hayatı; uyanıklık, düş görme ve düşsüz uyku durumları arasında süregelir. Bununla beraber, bu üç hâlin ötesinde, ‘Üstün şuurlu görüş’ adı verilen dördüncü bir durum vardır.”

Bu metinde, ‘OM’ hecesinin mahiyeti nesir şeklinde anlatılır.

Tanrı’nın yani gerçek Ben’in üç hali vardır der metinde: Uyanıklık, düş görüş ve düşsüz uyku. Ayrıca bu üç halin ötesinde, tamamıyla farklı ve izahı imkansız dördüncü bir hal vardır diye ekler sonra.

Birinci hal, maddidir. Bu hal uyanık durum olarak bilinir. Ben, sadece maddi nesnelerin şuurundadır, duyular dışa dönüktür. Birinci hal ‘A’ harfi ile ifade edilir. 

‘U’ harfi ile ifade edilen ikinci hal ise düş görme durumudur. Ben, düş görür yani latif nesnelerin şuurundadır.  Geçmişte yapmış olduğu işlerin izlenimlerini yaşar.

Üçüncü hâl, aklîdir ve düşsüz uyku durumu olarak bilinir. Ben, hiçbir arzu duymaz, herhangi bir düş görme durumu yaratmaz. Zihin aydınlanmıştır ve varlık sevinç içindedir. Bu hal ‘M’ harfi ile ifade edilir. 

Bu üç halin dışında olan dördüncü hal ise vahdet durumudur. Kişisel Benin evrensel Ben’e ulaştığı, onunla birleştiği durumdur. Bu hâl içinde Ben, her şeyin sahibi, her şeyin kaynağı, her şeyin yaratıcısı ve sonu durumundadır. Her şeyin şuurundadır. İkincisi olmayan birdir. İyilik ve mutluluğun kendisidir. Bu duruma ulaşan kişinin gözünde, bütün evren kaybolmuştur. Dördüncü hâl, ne içteki ne dıştaki ne de bunların ikisi arasındaki bir tecrübe değildir. Duyuların ve aklın ötesinde bir durumdur. Ben’in dördüncü hali tek ve bölünmez olan OM hecesine tekabül eder.

OM hecesi, her ne kadar bölünmez bir bütün ise de, Ben’in üç durumuna tekâbül eden, üç harften müteşekkildir. A-U-M.

Benin üç hâli uyanıklık, düş görme ve düşsüz uyku durumlarıdır. İnsan, kişisel cehaletle örtülmüş Tanrı’dır. Tanrı ile insan arasındaki fark şudur: İnsan, cehaletin kontrolü altındadır; oysa Tanrı, cehaleti kontrol eden Varlıktır.

Cehalet ne büyük acıdır insana. Zihnimiz farklı hallerden geçer bu metne göre. Her daim şuurlu olmak ve cehaletin pençesinden kurtulabilmek dileğiyle…

TAITTIRIYA UPANİŞAD

“Cehalet içindeki bir insan varlığını, gerçek Beni (Atmanı) kuşatan maddî kılıflarla hüviyetlendirir. Bu kılıfların ötesine ulaşan kişi, saf mutluluk olan Tanrı ile bir olur.”

Bu metinde önce Tanrı’ya yakarış, daha sonra da insana öğüt vardır. Ve sonrasında bir baba ile oğlu tanrı hakkında konuşur.

Bhrigu adlı genç, babasına tanrının ne olduğunu sorar. Babası ona “Bütün varlıklar O’ndan doğmuştur, O’nda yaşarlar, öldükten sonra yine O’na dönerler. O’nu tanımaya çalış.” der. Ve Bhrigu düşünmeye başlar. Düşünerek ve yaşadığı şeylerden yola çıkarak tanrıyı önce besin olarak düşünür. Sonrasında tatmin olmaz ve onun hayat kuvveti olduğunu düşünür. Düşündükçe onun, zihin olduğuna, başka bir düşüncesiyle akıl olduğuna kanaat getirir. Ancak bir türlü tanrının ne olduğunu bulamaz. Ve babasına yeniden sorar. Babası daha iyi düşünmesini istediğinde tanrının sevinç olduğunu düşünür Bhrigu. Aslında babasının öğretmek istediği hikmet şudur:

Tanrı’yı, destek olarak düşünen kişi, desteklenecektir; büyüklük olarak düşünen kişi, büyük olacaktır; akıl olarak düşünen kişi, akıl kudretine sahip olacaktır; sevgi, olarak düşünen kişi, sevilecek; her şeyin hükümdarı olarak düşünen kişi, her şeyin hükümdarı olacak; Tanrı olarak düşünen kişi de, Tanrı olacaktır. Bu Varlıkla birleşen kişi, istediği her şeyi elde eder, istediği her yere ulaşır.

Var olduğuna inandığımız bir güç varsa eğer; o güç bizim her iyi anımızdadır. Aslında içimizde hep bizimle birliktedir. O gücü maddi olarak nitelendirmeye gerek yoktur. O, saf mutluluktur. Mutluluğun her zaman bizimle olması dileğiyle…

AITAREYA UPANİŞAD

Evrenin kaynağı, idame ettireni ve sonu olan Tanrı, varlığın her safhasına iştirak eder. O; uyanan kişi ile uyanır, rüya gören kişi ile rüya görür ve derin uykuda uyuyan kişi ile uyur; lâkin kendisi bu üç durumun da ötesindedir. Onun gerçek mahiyeti, saf şuurluluktur.

Bu metinde varlıkların yaratılışı ve Tanrı, nesir biçiminde anlatılır.

Metinde ruhun üç halinin (uyanıklık, düş görme ve düşsüz uyku) Tanrı’nın düş görme halinden başka bir şey olmadığı söylenir. Tanrı, insan ruhunun üç hâlinin her birinde mevcuttur. Kişi uyanık durumda iken, gözdedir; düş görüyorken, zihindedir; düşsüz derin uykuda iken de, kalptedir, diye belirtilir.

Tanrı, yarattığı varlıkların içlerine girerek, kendisini onlarla hüviyetlendirmiştir. Tek bir Varlık olduğu halde, birçok varlık görünümüne bürünmüştür. Bundan dolayı, şayet kişi bu üç katlı uyanıklık, rüya görme ve rüyasız uyku rüyasından uyanırsa, karşısında Tanrı’yı bulur. Kalbinde, mekândan münezzeh Tanrı’yı görür ve “Tanrı’yı biliyorum” der, şeklinde devam eder metin. 

Kalbimize dönüp bakalım. İnandığımız varlık, herhangi bir mekanda değil kalbimizdedir. Onu bulabilmek dileğiyle…

CHANDOGYA UPANİŞAD

“Tanrı her şeydir. Evrende var olan bütün görüntüler, duyular, arzular ve işler Tanrı’dan zuhur ederler. Fakat bütün bunlar sadece isim ve şekillerdir. Tanrı’yı tanımak için, kişinin kendisi ile kalbinin derinliklerinde gizli olan Tanrı’nın aynı Varlık olduğunu idrak etmesi gerekir. Kişi, ancak bu şekilde bütün ızdıraplardan ve ölümden kurtulur, her bilginin ötesindeki cevher ile bir olur.”

Bu metinde, gerçek bilgiyi arayan Satyakama’nın yaşadıkları diyalog şeklinde anlatılır.

Satyakama, kim olduğunu merak eder ve bu bilgiyi aramaya başlar. Bu yüzden bilge Gautama’nın öğrencisi olmak ister. Bilge ona tanrı bilgisini öğretir. Daha sonra Satyakama bu bilgiyi oğluna, oğlu kendi oğluna, torunu da kendi oğluna öğretir. Bu bilgi silsile halinde nesillerce öğretilir.

Bu bilgiye göre, gözün görebildiği ve göremediği kulağın işitebildiği ve işitemediği duyuların algıladığı ve algılayamadığı aklın kavradığı ve kavrayamadığı her şey tanrıdan bir parçadır. Bu evren de tanrıdan bir parçadır. Pirinç tanesinden dahi küçük bir zerredir tanrı. İşte bu küçük parça aynı zamanda tüm evrenden daha büyüktür. Tanrı hiçbir şeyden etkilenmez algılanabilir olan her şeyin ötesinde ve daima saftır. O, insanın içindeki özdür.

İnsanın tanrı bilgisine doğayı, evreni anlayarak algılayarak ulaşabileceğini söyler bilgeler.  Kişinin Tanrı’yı fark etmesi, tanıması, idrakine ulaşması ancak doğayı izlemesi ile mümkün olur.

Doğa birçok şey söyler biz insanlara. Bazen bize ihtiyacı olduğunu gösterir bazen de bizim ona ihtiyacımız olduğunu.  Onun düzeni kusursuzdur. Bu kusursuz düzeni gören kişi gerçek bilgiye de ulaşır. Doğayı görebilmek, dinleyebilmek ve anlayabilmek dileğiyle…

KAIVALYA UPANİŞAD

“İnanç, ibadet ve tefekkür yoluyla kendi gerçek benini idrak eden bilge kişi, yeniden doğuş ve ölüm çarkından, ızdırap çarkından kurtulmuştur.”

Bu metinde tanrı bilgisini bulmak için bir öğreticiye başvuran talebi ile öğreticinin diyalogları geçer.

Tanrı’yı tanımak için, önce kutsal metinleri tetkik etmek ve sonra bir Guru bulmak gerektiğini söyler öğretici. Daima Tanrı’yı düşünmeli, bütün kalbiyle O’na bağlanmalıdır insan. Ölümsüzlüğe ne çalışmayla, ne çoluk çocuk sahibi olmakla ne de zenginlikle ulaşılır, der öğrenciye. Ancak, dünya ihtiraslarından kurtularak; Tanrı’ya ibadet etme yoluyla ulaşılır, diye devam eder.

Ve sonra öğretici, açıklar tanrı bilgisini: Tanrı, bütün duyuların ve düşüncelerin ötesindedir. Şekil içine gizlendiği halde hudutsuzdur. Birdir, ölümsüzdür. Başlangıcı ve sonu yoktur. Ebedî bir huzur ve mutluluk içindedir. Var olan her şeyin içine yayılmıştır. Atman’da, kendi özünde, her varlığı,; her varlıkta da Atman’ı, kendini gören kişi, Ona ulaşır, yegâne yol budur.

Kişi eğer, Tanrı’yı bulur, ona ulaşırsa yeniden doğuş(reenkarnasyon) çemberinden kurtulacağını söyler öğretici. Çünkü artık kişi, en mükemmele ulaşmış, kendini tamamlamıştır.

En iyiye, en mükemmele ulaşabilmek dileğiyle…

SVETASVATARA UPANİŞAD

“Tefekkür sanatı öğrenilebilir, ancak gerekli nizamlara göre çalışılmalıdır. Maya ile birleşerek, bu evreni yaratan, idame ettiren ve yok eden; varlığın bütün şekillerinin ötesinde, sıfat ve faaliyetten münezzeh evrensel Tanrı ile aynı varlık olan şahsî Tanrı’yı idrak etmek, sadece bu yolla mümkündür.”

Bu metinde anlatılmak istenenler, nesir şeklinde anlatılmıştır.

Svetasvatara Upanişad der ki: Tanrı’yı bil; böylece cehalet kaybolacak ve dünyaya olan bütün bağlar kopacaktır. O’nun üzerine derin derin düşün ve fizikî şuuru aş. Bu şekilde, ‘evrenin sahibi’ ile birliğe ulaşacaksın. ‘İkincisi olmayan tek Varlıkla’ hüviyetleneceksin. Bütün arzuların, O’nda son bulacaktır. Tanrı ile daima bir olduğun, bir gerçektir. Lâkin bunu bilmelisin. Bilinmesi gereken başka hiç bir şey yoktur. Derin derin düşün; zihin, madde ve Maya’nın, tek gerçek Tanrı’nın, sadece üç görünüşünden başka hiç bir şey olmadığını idrak edeceksin.

Tanrı’yı idrak etmek için, önce dışa dönük duyularını kontrol et ve zihnin dizginlerini ele geçirmek gerektiğini söyler metin. Sonra, saf şuur üzerinde derin derin düşünmeyi… Böylece fizikî manzaranın ardındaki ‘Manevi Gerçeğin’ görülebileceğini anlatır. Zihnini bu şekilde kontrol ederse insan, en ‘yüce gerçek’, Tanrı meydana çıkar. Böylece kişi ebedi mutluluğa ulaşır.

Düşünmek gerektir her şey üzerinde. Düşünmek ve anlamak… Hiçbir şey bizim dışımızda değildir. Her daim düşünüp anlayabilenlerden olmak dileğiyle…

Kaynakça:

Kutlutürk, C. Upanishadlar’ın Hint Kutsal Metinleri Arasındaki Yeri Ve Önemi. Yüksek lisans tezi, Ankara Üniversitesi, 2009.

Muller, M.(1976) Upanişadlar.İstanbul: Dergah Yayınları

Aktiffelsefe Araştırma Grubu


Sizde bizim felsefi dostluğumuza katılmak isterseniz buraya tıklayarak ücretsiz kayıt yaptırabilirsiniz.

Bu arada seminer konularımızı incelemek için Felsefe Seminerleri sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

İlginizi Çekebilecek Diğer Yazılarımız:

gtag('config', 'AW-802439404');