Hintlilerin felsefi düşüncelerini ucu bucağı olmayan bir okyanusa benzer, öyle ki, bu okyanusa açılan gemiler yönünü kolay kolay bulamaz. Çoğu yapıtın hangi yüzyıla ait olduğunu bile bilemiyoruz. Batı felsefenin düşünürlerinin yaşamlarını ve hatta kişiliklerini az çok biliriz ancak Hintli düşünürler hep yapıtlarının ve düşüncelerinin arkasına gizlenmişlerdir. Kimi zaman adları bilsek de, yaşam öyküleri bilinmez.
Aşağı yukarı İÖ 1500 ile 500 yılları arasında olan çağa Vedalar Çağı denir. Bu dönem adını, Veda’lar denilen metinlerden almıştır. Vedalar denince, bir tek kitapta toplanmış olan yazılar değil, geniş bir yazın akla gelir ve bu çağın değişik dönemlerinde, kimlikleri bilinmeyen pek çok ozanın katkısıyla oluşmuş olan bu metinler, çok daha eski çağların izlerini taşıyan mitleri ve dini düşünceleri de içermektedir. Veda, Tanrı bilgisi, din bilgisi anlamına gelir .
Vedalar şunlardır:
- Rigveda – Yakarış ve Tanrıları övme bilgisi
- Samaveda – İlahiler Vedası, ilahi okuma bilgisi
- Yayurveda – Kurban töreni bilgisi
- Atharvaveda – Atharvan’ın Vedası, büyü bilgisi
Vedaların her biri kendi içinde yine dört bölüme ayrılabilir:
- Mantras – İlahiler ve dualar
- Brahmanas -Yakarış, büyü ve kurban sözlerinin yerinde kullanılışını gösteren bilgiler
- Aranyakas – Orman metinleri», ormana çekilenlere öğütler
- Upanishads (Upanişad’lar) – «Gizli Öğretiler», bunlar felsefi bakımdan en önemli metinlerdir.
“Bu dünyada olabilecek en verimli ve yüceltici okuma budur. Yaşamımın avunç (teselli kaynağı) bu olmuştur, ölümümün de avunç kaynağı bu olacaktır.”
Schopenhauer
Bu yazımızda Schopenhauer’in “Bu dünyada olabilecek en verimli ve yüceltici okuma budur. Yaşamımın avunç (teselli kaynağı) bu olmuştur, ölümümün de avunç kaynağı bu olacaktır.” diyerek övdüğü Upanişadlara kısaca bir göz atacağız.
Upanişadlar kendi içinde tutarlı bir tek öğretiyi değil, pek çok bilgenin çeşitli öğretilerini ve görüşlerini içerir. Upanişadlar, kelime anlamı olarak «Dizinin dibinde, bir öğreticinin dizinin dibinde» anlamına gelen bir doktrindir. Buradan da Upanişadların (gerçeğe, ustaya) “yakın oturan”lar, yani yalnız eğitilmişler için gizli bir öğreti olduğu anlaşılır. Bu çağdaki Hint felsefe öğretilerinin gerçekte, yetiştirilmiş küçük bir azınlığa açık, içrek (ezoterik) öğretiler olduğunu söyleyebiliriz. Gizli öğretinin yalnız gerçeğe en çok yaklaşmış öğrenciye verildiği sık sık anımsatılır.
Kelimenin bir diğer anlamı, yedinci yüzyıl tefsircisi Shankara tarafından şöyle ifade edilmiştir:
‘’Kişiyi cehalet bağlarından koparan ve en yüksek amaç olan özgürlüğe ulaştıran Tanrı bilgisi.’’
Bu evrenin sebebi nedir? Tanrı mıdır? Bizler nereden geldik? Niçin yaşıyoruz? Sonunda nereye gideceğiz? Kimin emriyle mutluluk ve sefalet kanununa tâbiyiz?
İfadesi mümkün olmayan, ancak bilge kişilerin ulaşabildiği bu ulu Varlığı, Atman’ı nerede bulabilirim?
Onun nuru kendinden midir, yoksa başka bir varlıktan mıdır?
Zihin kimin emriyle düşünür? Bedeni yaşatan kimdir? Dili konuşturan kimdir?
Şekil ve renkleri görebilmek için göze, sesleri duyabilmek için kulağa hükmeden o nurlu Varlık kimdir?
Can kuvvetini kim yaratmıştır? Bu kuvvet bedene nasıl girer?
Kendisini bedenin muhtelif yerlerine dağıttığı halde, varlığını nasıl idame ettirir?
Bedenden nasıl çıkar? Bedenin içinde ve dışında oluşan faaliyetleri nasıl duyar?
Bedeni, duyuları ve zihni nasıl tek bir bütün halinde tutar?
Bir insanın bedeni uyuduğu zaman, bedenin içindeki uyuyan, uyanık olan veya rüya gören varlık kimdir? Sevinç duyan kimdir? Ve duyular, kimin yönetimi altındadır?
Şayet bir kimse bütün ömrü boyunca, OM hecesi üzerinde tefekkür ederse, böyle bir insanın ölümden sonra ulaşacağı mükâfat nedir?
Sayesinde, evrendeki bütün herşeyi bileceğim bilgi nedir?
Tanrı nedir?
Zihnin ötesinde bir şey var mıdır?
Mutluluk nerededir?
Sonsuzluk neye bağlıdır?
İnsan bedeninde olan bütün şeyler, bütün arzular, bütün varlıklar, beden yaşlandığı ve öldüğü zaman, ne olurlar?
Upanişadlar’da bütün bu soruları ve Vedaların bu sorulara verdiği cevapları bulabilirsiniz.
Atman ve Brahman
Metni okumaya başlamadan bilmemiz gereken iki temel kavram var. Atman ve Brahman …
Eskiden «yakarış», «büyülü söz», sonra «kutlu bilgi» anlamlarına gelen «Brahman», uzun bir anlam değiştirme süreci sonunda «evrenin yaradılış ilkesi», «tüm evreni kapsayan» ve «her şeyin kaynağı ve barınağı olan» anlamında çok geniş bir kavram olmuştur. Eski bir metinde şunlar yazılıdır:
“Evren başlangıçta baştan sona Brahman’dı. O Tanrıları yarattı. Tanrıları yarattıktan sonra onları bu dünyaların başına dikti…”
Bir başka metinde de şu dizeleri buluyoruz:
O ağaç ki tahtasıdır Brahman
Yer ve gök yapılmıştır hep ondan
Bilgeler, duyun dinleyin beni:
Brahman yüklenir taşır evreni!
Köken olarak «yakarış» anlamına gelen bir sözcük nasıl olup da böyle her şeyi kavrayan bir ilke olmuş? Tanrıya yakaran bir kişi, yakarışıyla kendi isteğini, her şeyi kavrayan tanrı isteğine dönüştürmek ister. Bu sözcüğün anlamının nereden nereye kaydığına dikkatlice baktığımızda , Hintli düşünürlerin “Brahman her şeyin kaynağıdır” özdeyişine daha baştan nasıl (yakarışla) ulaştıkları anlaşılır.
Upanişadlar’da üzerine sürekli vurgu yapılan temel öğreti, var olan her şeyin Brahman’ın bütünlüğünden bir parça olduğudur. Upanişadlar’a göre bu ilke kavranınca insan kendini sonluluğun, sınırlılığın bağımlılığından kurtarmış ve böylece kurtuluşa ulaşmış olur. Tekerleğin göbeğiyle çemberini bir arada tutan nasıl tekerleğin çubuklarıysa, her şeyi, tanrıları, dünyaları, nefes alıp veren bütün varlıkları da bir arada tutan Brahman’dır.
En basit şekliyle Batı’da “ruh” olarak bilinen Atman kelimesi ise, Hindu anlayışına göre “insanların gerçek ölümsüz ’’ Ben’i”ni ifade eder. Sufizmdeki “zat” sözcüğünün, Orta Asya Türkçesi’nde ise “öz” sözcüğünün karşılığı gibi düşünebiliriz.
Upanişadlar’ın temel felsefesi olan Ben’in (Atman) Tanrı’da yok olma fikri, Atman kavramının taşıdığı anlamı da etkilemiş ve onu genişletmiştir. Bunu görebilmek için kelimenin etimolojisine bakabiliriz. Atman kavramı önceleri “üfürük” ve “soluk” anlamlarındayken söz konusu fikrin etkisiyle Upanişadlar döneminde “Tanrının özü” anlamında kullanılmıştır.
Özetle Upanişadlarda «Brahman = Atman» dır.
Bu durumda evrende yalnız bir tek gerçek öz olabilir. Ve bu, bütün evren söz konusu olduğunda Brahman, birer birer varlıklar söz konusu olduğun da ise Atman’dır.
Evren Brahman’dır, Brahman ise gerçekte bizim içimizdeki Atman’dır.
Sami dinler, Tanrıyı her şeyin üstünde, dua buyurucu, efendi olarak ve insanı da Tanrının kulu kölesi olarak görürlerken, bir Hintli her ikisinin de gerçekte bir olduğunu ileri sürer.
Maya
Evrenin anlamı, özü kendi özümüzün derinliklerindeyse bu anlamı çözmek için kendi özümüze dalıp yoğunlaşmamız yeterlidir. Bu durumda dış gerçeğin bilinmesi Hintli bilge için pek önem taşımaz. Ona göre, yer ve zamana bağlı nesneler dünyası gerçeğin kendisi olamaz, Atman değildir, yanıltıcı bir görüntüdür, yanılsamadır, gerçeğin örtüsüdür, düştür, Hintlilerin kullandığı kavramı kullanırsak, ‘’maya’’ dır. Dış gerçeğin bilinmesi gerçek bilgi değildir, yalancı bilgidir. Özellikle varlığın pek çok biçimlerde, görülmesi ‘maya’dır. Gerçekte yalnızca birlik vardır.
Maya kavramını biraz daha iyi anlamak için burada bir ara verip Maya’nın Oyunları yazımızı okuyabilirsiniz.
Tanrı’nın şehri olan bu bedende, kalp; kalbin içinde de küçük bir ev vardır. Bu ev lotus şeklindedir ve bilinmesi gereken şey oradadır. Orada ne vardır? Bu şey niçin o kadar önemlidir? Herkesin daima aradığı bu Varlık nedir?
Kalbin lotusu içindeki evren, dışarıdaki evren kadar büyüktür. Gökyüzü, yeryüzü, güneş, ay, yıldızlar ve bütün her şey onun içindedir. Dış âlemde var olan her şey, bu iç âlemde de vardır.
Kybalion Yasalarının benzerlik ilkesinde gördüğümüz ‘Yerdeki ne ise gökteki de odur’ ilkesi ile Upanişadlarda şu şekilde karşılaşırız:
“İnsan Atman’ı tanımalı. Onu tanıyan evreni tanımış olur.”
“Kendi özünü gerçekten anlamalı, bunu sezebilmeli insan, Maitreyi. Kendi özünü görmüş, duymuş, anlamış, tanımış olan kimse evrendeki her şeyi bilmiş olur!”
Bu düşünceyi biraz daha açmak gerekir. Burada tamamen rasyonalist düşünmekle gerçeğin anlaşılamayacağı düşüncesi ortaya çıkıyor. Upanişadlar’ın gizli öğretiler olarak ortaya çıkmış oldukları unutmayalım.
Okuyup öğrenmekle Atman’a varılmaz, kitap bilgisiyle ve akılla oraya yol yoktur… Bir Brahman öğrenmek için çırpınmayı bırakmalı ve bir çocuk gibi olmalıdır… Gerçeği sözcükler söyleyemez, bunlar yalnız çeneyi yorar.
Gerçek akılla kavranamaz, sözcüklere sığmaz, herkese de açık değildir. Seçilip yola girmiş olanlar bile ancak uzun bir yolculuk sonunda ona ulaşabilirler. Oruç, arınmak, susmak, düşünceyi içe doğru yoğunlaştırmak, özdenetim, dikkatin ve isteklerin dış dünyadan tümüyle çekilmesi – tüm bunlar maya’nın bütün aldatıcı görüntülerini aşarak kişinin kendi özüne, Atman’a varabilmesi için gerekli ön hazırlıklardır. Başarıya ve dünya zevklerine aldırmamak, gerçeği içte arayış uğruna kendini bile bile sıkıntılara sokmak, yani çile çekmek eğilimi Hintlilerde başka hiç bir halkta görülmemiş boyutlara varmıştır.
Atman ve Brahman’ın Upanişadlarda nasıl geçtiğini daha iyi anlayabilmek adına aşağıdaki alıntılara bakabiliriz.
- Sembolü OM hecesi olan Atman (gerçek Ben) herşeyi bilen tanrı Brahmanla aynı varlıktır.
- Doğmamıştır, herhangi bir sebebin sonucu değildir, ölmez, yok olmaz. Beden yok olsa dahi, O yok olmaz.
- Ebediyen her şeyin özünde olan bu Ben, en küçük şeyden daha küçük, en büyük şeyden büyüktür.
- Atman, hareketsiz olduğu halde, her şeyi hareket ettirir, yerinde durduğu halde çok uzaklara gidebilir.
- Şeklin içinde olduğu halde şekilsizdir. Hareketin içinde dahi ebediyen hareketsizdir. Bu Ben, en yüksek mertebededir ve herşeyin içini doldurur.
- Atman; şekilsizdir, sessizdir, tatsız ve korkusuzdur, ölçülemez, hesaba gelmez, başlangıcı ve sonu yoktur, ebedidir, tabiatın ötesindedir.
- Ateş nasıl ki tek bir varlık olduğu halde yaktığı her nesnenin şeklini alırsa, Atman da tek bir varlık olduğu halde içinde bulunduğu her nesnenin şeklini alır. Aynı şekilde, hava da nasıl tek bir varlık olduğu halde içine girdiği her nesnenin şeklini alırsa, Atman da tek bir varlık olduğu halde içinde bulunduğu her nesnenin şeklini alır.
- Kendisini hayat olarak tezahür ettiren ölümsüz Ben, her kudretin kaynağıdır ve herşeyin özüne girip yerleşmiştir. Kişi, Atman sayesinde görür, işitir, tad alır, koklar ve hisseder. Atman yani insanın gerçek Ben’i, Tanrı ile aynı varlıktır.
- Ölümsüz Ben; gökyüzünde parlayan güneş, boşlukta esen rüzgâr, ocakta yanan ateş, eve gelen misafirdir. O; bütün insanların, bütün varlıkların, bütün tanrıların ve eterin içine gizlenmiştir, gerçeğin olduğu her yerdedir. Suda doğan balık, topraktan çıkan bitki, dağlardan akan akarsular hep O’dur. O; çeşitli görüntülere büründüğü halde, asla değişmeyen bir gerçektir, bir kudrettir.
- Kişi, aldığı soluk sayesinde değil, solunumu yaptıran Varlığın sayesinde yaşar. O varlık, kalbin derinliklerine gizlenmiş olan kudrettir.
- O aklın aklıdır. Hayattaki yegâne amaç olduğu halde, çeşitli amaçları yaratan yine Odur.
- Atman’ı ne güneş, ne ay, ne yıldızlar ne de yeryüzünde yakılan bir ateş aydınlatabilir. Aksine herşeyi aydınlatan, ışık saçan herşeye nurunu veren O’dur. Yeryüzündeki herşey Onun ışığını yansıtır.
- Bu evren, kökü yukarıya dalları da aşağıya doğru olan ebedî bir ağaçtır. Bu ağacın kökü Tanrıdır. Var olan üç dünya O’nun içindedir. Hiç kimse O’nu aşamaz. Bütün bu evreni yaratan O’dur, her şey O’nun içinde hareket eder. O, gökyüzünden düşen yıldırım gibi korkunç ve kudretlidir. Buna rağmen, Ona ulaşan kimselerin bütün korkuları yok olur. Ateş O’nun korkusuyla yanar, güneş O’nun korkusuyla ışık saçar, yağmur O’nun korkusuyla eser ve ölüm O’nun korkusuyla öldürür.
- Duyuların üstünde zihin, zihin üstünde akıl, aklın üstünde ego ve egonun üstünde tezahür etmemiş tohum İlk Sebep vardır. Ve Tanrı da, bu tezahür etmemiş tohumun ötesindedir. Onu tanıyan kişi, hürriyete ve ölümsüzlüğe ulaşır.
- Hiç kimse Tanrıyı gözle göremez, çünkü O’nun görülür bir şekli yoktur. Tanrı ancak, kendini kontrol eden ve düşüncenin derinliklerine dalan kişinin kalbinde ortaya çıkar. Ve O’nu tanıyan kişiler ölümsüz olurlar.
Brahmana Nasıl Ulaşırız?
Upanişadlar sadece Atman ile Brahman’nın ne olup ne olmadığını anlatmakla kalmaz, ona nasıl ulaşacağımıza dair cevaplar da verir.
Ey Melek! İfadesi mümkün olmayan, ancak bilge kişilerin ulaşabildiği bu ulu Varlığı, Atman’ı nerede bulabilirim? Onun nuru kendinden midir, yoksa başka bir varlıktan mıdır?
- Bütün tutkularından kurtulmuş, zihnini ve duyularını arıtmış olan kişi, Atman’ın kendi gerçek Beninin ihtişamını görür ve bütün üzüntülerinden kurtulur.
- Bu nurlu varlığı, ancak safın en safı olan kişi idrak edebilir.
- Varlığının derinliklerinde gizli olan bu Beni tanıyan kişi, önündeki her engeli aşar.
- En içteki bu varlık, bu Ben, ne kutsal metinlerin yardımıyla, ne aklın inceliğiyle ne de aşırı bir öğrenimle, bulunabilir. O, ancak kendi istediği kişinin aracılığı sayesinde bulunabilir. Atman, gerçek varlığını ancak, o kimseye açıklar. Kişi, kötülüklerden arınmadıkça, duyularını kontrol altına almadıkça, zihnini huzura kavuşturmadıkça ve tefekküre düşüncenin derinliklerine dalmadıkça, sadece öğrenimle Onu bulamaz.
- İster bir münzevi olsun, ister bir aile reisi olsun, Tanrıyı tanıyan bütün bilge kişiler, kişisel ben Atman ile evrensel ben Tanrı Brahman’ın, ışık ve gölgesi gibi olduğunu söylerler. İnsan, bu ışığı, bu ruhu uyandırabilecek güçtedir. Bu ışık, korkunun ötesine ulaşan herkes için bir rehber, dinsel vazifelerini yerine getiren herkes için bir köprüdür.
- İç âlemde olan şeyler, dış âlemde de vardır. Dış âlemde var olan her şey, iç âlemde de vardır. Dış âlemde olan şeylerle iç âlemde olan şeyler arasında fark gören kişi, ilelebet ölümden ölüme gider. Kişi, mutlak Varlığa ancak arınmış bir zihin vasıtasıyla ulaşılabilir. Bütün evren de var olan sadece Tanrı’dır, Tanrıdan başka hiçbir şey yoktur. Evreni tek bir gerçek olarak görmeyen, çeşit çeşit gören kişi, ilelebet ölümden ölüme gider. Bir başparmak büyüklüğünde olan bu Varlık, kalbin derinliklerinde gizlidir. O, zamanın, geçmişin ve geleceğin sahibidir. Ona ulaşan kişi, artık korku nedir bilmez. O varlık, ölümsüz Ben’dir.
- Bir dağın tepesine yağan yağmurun, dağın yamaçlarında akarsular halinde görülmesi gibi; Atman’nın çeşitli hallerini gören insanlar; bu görüntüleri bu şekilleri gerçek addederek, onların peşinden koşarlar. Çokluğu yaratan O’dur. Onu kendi kalbinin derinliklerinde bulan kişi, ebedi huzur içindedir. Yalnız böyle bir insan huzur içindedir, başka hiç kimse değil.
- Ebedi huzur sadece, Onu kendi özünde gören kişiye aittir, başka hiç kimseye değil.
- Zihin ve bütün duyular sükûna kavuştuğu, akıl tek bir amaç üzerinde tespit edildiği zaman, en yüksek duruma ulaşılmıştır. Bilge kişiler öyle söylerler. Yoga; zihini ve duyuları kontrol etme ilmidir. Zihnini ve duyularını kontrol edebilen kişi, yanılgıdan kurtulmuştur. Bu kontrol, bu sükûnet, yanılgıdan kurtulamamış bir kimsede kati ve gerçek değildir, geçici bir durumdur.
- Tanrı; kelimelerle ifade edilemez, göz O’nu göremez, zihin O’nu kavrayamaz.
- O’nu, ancak Varlığına inanan kişi bulur. İnanmayan bir kimsenin, O’nu bulmasına hiç bir imkân yoktur.
- Brahmanoğlunda iki ben vardır. Bunlardan biri, şahsiyet olarak tanımlanan ve sathî olan görüntü ben; diğeri ise varlığın özünde gizli olan, Gerçek Ben (Atman) dır. İnsanın, gerçek varlığı, gerçek kişiliği bu bendedir. Kişi, kendi gerçek varlığı olarak, daima bu gerçek beni kabul etmelidir. Böyle bir kimse, gerçek benin, gerçek varlığının bütün mahiyetini öğrenir.
Hint düşünce geleneğine göre Upanishadlar birçok ermiş bilgenin sezgi ve iç görülerinin ürünüdür. Bu bilgiler yüzyıllar boyunca nesilden nesile sözlü olarak aktarılmış, bu şekilde özenle korunmuş ve çok sonraları yazıya geçirilmiştir.
Ormandaki ıssız inziva yerlerine çekilen Upanishad düşünürleri, derin meseleler üzerinde tefekküre dalarak ulaştıkları sonuçları, yanlarında bulunan, bu sonuçları kavrayabilecek uygun öğrencilere naklederlerdi. Bu uygunluk maddi değil, manevi olarak hazır olma durumuydu. Zaten Upanishad sözüne “gizli öğreti” denmesinin nedeni de buydu. Çünkü o dönemde belirli dinsel öğretilerin, güvenilirliği ve yeterliliği onaylanmamış kimselerden gizlenmesine elden geldiğince özen gösterildiği Upanishad metinlerinden de anlaşılmaktadır. Bu gizli ve anlaşılması güç bilgilerin ancak sınanmış olan kimselere eriştirme törenleri ile verildiği bilinmektedir.
Upanishadlar’ın Hint felsefesinde yeni bir sayfa açtığı, felsefeyi sistematize ettiği bu yönüyle kendisinden sonra gelen hemen hemen bütün felsefi sistemlere kaynaklık ettiği bilinmektedir. Bu metinler sadece felsefi düşünce itibari ile değil inanç noktasında da önceki kutsal kitaplarda yer almayan yeni fikirler ileri sürerek sonraki dini ve felsefi hareketleri etkilemiştir.
Aktiffelsefe olarak ilkelerimizden biri karşılaştırmalı incelemedir. Felsefeler, bilimler, inançlar ve sanatların karşılaştırmalı incelemesiyle bütünsel bir bakış sağlamak amacındayız. Bu alandaki başlıca çalışmamız, “Doğu ve batı felsefesine göre insan nedir?” başlıklı temel felsefe seminer dizisidir. Siz de aramıza katılmak isterseniz daha ayrıntılı bilgi için buraya tıklayınız.
Aktiffelsefe Adana Araştırma Grubu
Kaynakça:
Störig,H.J.(1993). İlk Çağ Felsefesi:Hint, Çin, Yunan. (Çev. Ömer Cemal Güngören). Ankara: Yol Yayınları
Kutlutürk, C. Upanishadlar’ın Hint Kutsal Metinleri Arasındaki Yeri Ve Önemi. Yüksek lisans tezi, Ankara Üniversitesi, 2009.
Muller, M.(1976) Upanişadlar.İstanbul: Dergah Yayınları
İlginizi Çekebilecek Diğer Yazılarımız:
Sanskrit Dilinin Eski Dünya Toplumlarına Etkisi
Bharat Natyam : Kadim Hint Dansı
Hakikat Yolunda Bir Yolcu: Gandhi