Aurelius Augustinus ya da Aziz Augustinus Ortaçağ Hristiyan dünyasının, Patristik dönemin en önemli düşünürlerinden birisidir. M.S. 354 yılında, Thageste’de yani günümüzdeki Cezayir’de doğmuştur. Hristiyan bir anneye ve çok tanrılı bir dine inanan babaya sahip olduğunu ele aldığımızda sosyokültürel yelpazesi geniş bir ortamda dünyaya gözlerini açmış olmasının, onun ileride dahil olacağı veya geliştireceği inanç ve düşünce sistemlerinin oluşmasında nasıl bir rol oynayabileceğini düşünmek; bize, onun felsefesi hakkında nitelikli ipuçları sunacaktır.

Augustinus’un felsefe tarihi açısından önemi, kendisinden önceki kilise babalarından, Platon ve Yeni Platoncu yaklaşımlardan yola çıkarak felsefe ve Hristiyanlık arasında kendi içerisinde tutarlı bir sentez oluşturabilmesinden kaynaklanmaktadır. Sadece yaşadığı dönemi değil, kendisinden sonra gelen Ortaçağ düşünürlerini ve dönemin din – kilise ilişkisini oldukça derinden etkilemiştir. ’Tanrı Devleti Hakkında’ eserinde geçen “aldanıyorsam o halde varım” argümanıyla şüphecilere, akademiklere yönelttiği eleştirisinin, Ortaçağ’ın sınırlarını da aşarak modern felsefesin öncüsü Descartes’ın felsefesinde önemli bir yere oturduğunu görmek bizler için zor olmayacaktır. Bu argümanı biraz daha belirgin kılmak için Augustinus’a kulak verelim: “Biz de varız, var olduğumuzu biliyoruz ve var olmaktan ve bunu bilmekten haz duyuyoruz. Ancak burada, hayal gücünün aldatıcı bir imgesi olmaksızın; doğrudan kendi gücümle var olduğumdan, bildiğimden, varlığımı sevdiğimden eminim. Bu doğrularla ilgili, akademiklerin yani şüphecilerin hiçbir itirazı benim bu güvenli konumumu sarsamaz. Onlar bana, peki ya aldanıyorsan diye karşı çıkacaklardır. Ama eğer aldanıyorsam varım. Çünkü var olmayan aldanamaz.”

Augustinus’un İlk Yılları

Augustinus’un, felsefi ve teolojik açıdan olgunluğa eriştiği döneme kadar nasıl bir süreçten geçtiğini inceleyecek olursak eğer, hızlı ve heyecanlı bir hayatının olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. ‘İtiraflar’ adlı eserinden yola çıkarsak ruhundaki gerilimleri azaltmak ve hakikate ulaşmak için çıktığı yolda, önce felsefeyle sonra Maniheizm ve Yeni Platonculuk ile tanıştığını, en son vardığı yerin ise Hristiyanlık olduğunu anlarız.

Felsefeyle on sekiz yaşlarında, Cicero’nun bugün kayıp olan ‘Felsefeye teşvik’ adlı eserini okuyarak tanışmıştır. Bu yapıt aracılığı ile ruhundaki acısını dindirecek olan şeyin, ezeli ve ebedi olan ölümsüz bilgelik olduğunu fark etmiştir. Yirmili yaşlarında, zihnini meşgul eden kötülük sorununu aşmak için Mani dinine mensup olmuştur. Maniheizm,  Mani’nin ortaya koyduğu iyi ve kötünün diyalektiğini gündeme getiren ve bu çatışmadan beslenen bir dindir. Daha sonra, bahsettiğimiz bu kötülük problemini tam olarak aşamadığını fark etmiş ve bu dinden uzaklaşarak Platon ve Yeni Platonculuk üzerinden bir Tanrı kavrayışıyla bu sorunun kökenine inmek istemiştir. Bu öğretideki Tanrı dışındaki yani ideal olanın dışındaki nesnelerin kötü olarak tasvir edilmesi, onun bu konuda Hristiyanlığın tutumunu merak etmesine yol açmış ve nihayetinde kurtuluşu ve hakikati Hristiyanlıkta bulmuştur. Bu bağlamda Hristiyanlığın elverdiği ölçüde Hristiyanlığı ve Platonculuğu sentezlemiştir. Augustinus’un bu zihinsel geçirgenliğinin sebeplerini, Roma’da almış olduğu ve nitelik bakımından iyi olan eğitiminde aramak gerekmektedir. Yedi Özgür Sanat adı verilen bu eğitim modeli, dörtlü ve üçlü gruplara ayrılarak öğrencilere verilmekteydi. Dörtlü grup: Aritmetik, geometri, müzik ve astronomiden oluşmaktadır. Üçlü grupta ise: Retorik, dil bilimi ve diyalektik dersleri vardı. Buradan çıkarmamız gereken sonuç, Augustinus’un iyi bir felsefi temelinin olduğudur.

Felsefesi

Augustinus, felsefesini Tanrı’nın varlığı üzerine kurmuştur. Dolayısıyla ben olmayana yönelerek beni anlama, bulma çabasına girişmiştir. Akıl inancı değil inanç, aklı ve her şeyi araştırır düşüncesini savunmuştur. İnanırsan, anlarsın ve anlarsan, inanırsın gibi yaklaşımların temelini atmıştır. Bu bağlamda, ancak inanarak bilginin bilinebileceğine ve hakikate ulaşılabileceğine kanaat getirmiştir. Ona göre yaratılmış olan her şey, hakiki ve bir olan Tanrı’nın iyiliğinden ortaya çıkmıştır. Bunu ispatlamak için araçsallaştırdığı felsefe, bilgi sevicilik demektir ve hakiki bilgi Tanrı olduğu için Tanrısal bir araştırmadır. Bu kapsamda Augustinus’a göre filozof, Tanrı sever olmak zorundadır. 

Tanrı, her şeyi yoktan yaratmıştır. Tanrı değişmez, nedensiz, ezeli ve ebedidir. Yarattığı evren ise değişen ve nedenlidir. Tanrı, evreni tek seferde kurgulamış ve yaratmıştır. O yarattığı şeye aşkındır. Tüm bu yaklaşımlar ışığında, Augustinus’un Tanrı’ya yüklediği nitelikler üç grupta ele alınabilir:

  • 1. grupta: Varlık, değişmezlik, öncesizlik, sonrasızlık, birlik, basitlik, gayri maddilik gibi soyut ifadeler vardır.
  • 2. grupta: Akıl, bilgelik, güzellik, saf iyilik gibi estetik ve ahlaki ilkeler yer alır.
  • 3. grupta: İrade, bağışlama, inayet, sevgi, şefkat, öfke, nefret, intikamcılık gibi antropomorfist özellikler bulunur.

Augustinus’a Göre Tanrı-Evren İlişkisi

“Tanrı, evreni özgür iradesiyle ve ölçülü yaratmıştır.” der Augustinus. Ona göre Zaman, dünyanın yaratılmasıyla var olmuştur ve insan dil yardımıyla zamanı kavramsallaştırmıştır. Bu yaklaşımla evrenden önce Tanrı ne yapıyordu sorusu anlamını yitirecektir. Çünkü zaman oluşmaya başlamadan önce, ‘önce’ kavramının kendisi kullanamaz. Zamanın yokluğunda her şey, o andadır. Aynı zamanda, mekan oluşmadan önce her şey oradadır. Evrenden önce Tanrı nerededir sorusu o mekansızlık içerisinde anlamını yitirir. Zaman – mekan ilişkisi içerisinde dünyayı algılayan insanlar için Tanrı’ yı algılayabilmek, ona onca vasıf yüklenebilmesine rağmen olanaksızdır.

Yine Augustinus’a göre Tanrı, evreni tek seferde ve eş zamanlı olarak sözle yaratmakla kalmamış, yarattıklarının içerisine nedensel/tohumsu ilkeler koymuştur. Bu ilkeler, kendine uygun şartları bulduğunda kendini gerçekleştirir. Bu durum, Augustinus’ un Tanrı’ya dair iki aşamalı bir yaratma kavrayışının olduğunu bize gösterir. Bir seferde yaratılan her şey edimselleşir ve yaratma kendini bu şekilde devam ettirir. Bu bağlamda, evrende bir düzen ve ahenk vardır. Matematiksel ve hiyerarşik bütünlük içerisinde, varlığını her an gözeten ve izleyen Tanrı aracılığıyla evren varlığını sürdürür.

Özetle Augustinus, inancını felsefe aracılığı ile temellendirmeye çalışmış ve kendi içerisinde tutarlı sentezleri ile çağının ötesine geçebilmiş ve bolca atıf almış bir düşünürdür. ‘Tanrı’ya yönelerek kendini bul öğretisini’ ardında miras bırakmıştır.

KAYNAKÇA:

  • Ahmet Arslan-Ortaçağ Felsefe Tarihi Dersleri

Aktiffelsefe Araştırma Grubu


Doğu ve batı felsefelerini ve kültürlerini incelediğimiz felsefe seminerlerimize katılmak isterseniz de buraya tıklayarak ücretsiz kayıt yaptırabilirsiniz. Bu arada seminer konularımızı incelemek için Felsefe Seminerleri sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

İlginizi Çekebilecek Diğer Yazılarımız:

gtag('config', 'AW-802439404');