Google arama çubuğuna felsefe, felsefeci gibi kelimeler yazdığımızda çıkan sonuçlar benzerdir. Birçoğu felsefenin, felsefecinin din ile ilişkisiyle ilgilidir. İnsanlar bunu çok sorgularlar, çünkü toplumlarda genel bir yargı vardır: “Felsefeciler dinsizdir.”

Yazımızda derinleşmeden önce iki farklı şeyi birbirinden ayırmak gerekir. Felsefenin dini yoktur. Çünkü o sadece bir zihin etkinliğidir. Fakat felsefecinin ve filozofun dini basbayağı olabilir. Zira onlar da, senin benim gibi herhangi bir insandır ve herhangi bir varlığa inanabilirler. Ama inançları hakikati arama çabasını etkilemez.

Her şeyi derin bir merakla inceleyen felsefe, aynı merakla dini de incelemek ister. Ancak dini hakikatleri araştırırken sorular soran felsefe sanki dini tehdit ediyor olarak anlaşılabilir. Fakat biz burada diyebiliriz ki bu anlayış haklı olarak tedirgin etmekle birlikte tek başına yeterli değildir. Çünkü dinin dostudur aynı zamanda. Felsefe kuşku içeren sorular sorması hasebiyle endişelendirse de dinin daha iyi anlaşılması için de bir dostluk görevi yüklenmektedir.

Dinler de reddetmemişlerdir felsefeyi. İlk zamanlarındaki Antik Yunan felsefesinin, özellikle de mantığın İslam geleneğine katılması konusundaki tartışmalara rağmen, İslami düşünce genellikle felsefenin değerli bir beşeri aktivite olduğu konusundaki görüşü meşru bulmuştur.  Orta Çağda Hıristiyanlar ve özellikle Thomas Aquinas da bu iddiaya yandaş olmuşlar ve Aristo’nun bilme isteği ve akli araştırmanın insanın doğasında olduğu görüşüne katılmışlardır. 

İnsan doğasında olan bilgi arzusu herhangi bir dini, düşünceyi nasıl tehdit edebilir ki? Ortaçağın karanlık düşüncesine rağmen felsefeye değer veren görüşler de varken, özgürlüğün, düşüncenin bu kadar kıymetli olduğu günümüzde felsefe neden hala bir tehdit unsuru olarak algılanmaktadır?

  Felsefeciler dinsizdir algısına rağmen isimlerini çok bildiğimiz filozoflara dönüp bir baktığımızda görürüz ki birçoğunun kutsal saydığı değerler vardır. En ünlülerinden Sokrates örneğin… Platon’un aktardığına göre Sokrates ölmeden birkaç dakika önce yüzünü örten bezi kaldırır ve arkadaşı Kriton’a “sakın ha Asklepios’a adadığım horozu kurban etmeyi unutma” der ve ardından da son nefesini verir. Asklepios antik Yunan mitolojisinde tıp biliminin tanrısıdır. Belki şu anda bizim inandığımız kutsal varlıklardan biri değil ama filozofun döneminin kutsal addettiği bir değerdir.

Yine Aristoteles de ölmeden önce vasiyetnamesinde hangi tanrıya neyin adanması gerektiğini tek tek saymıştır. Platon’un tanrı inancı zaten apaçıktır. Ondan sonra gelen filozofların da neredeyse yüzde 90’ı inanç sahibidir. Çin ve Hint filozofları; Müslüman filozoflar, 15.-19. yüzyıllar arasında yaşamış filozof ve düşünürlerin neredeyse tamamı, bir şekilde tanrı inancına sahiplerdir.

Adı anıldığında akıllara şüphecilik kavramı gelen ve her şeyin doğruluğunu deneycilikle ispatlamaya çalışan Descartes, Meditasyonlar adlı eserinde iyiliksever bir Tanrı’nın varlığına inandığını anlatmıştır. Tanrı iyiliksever olduğu için, Descartes duyularının kendisine sunduğu gerçeklik hesabına inanmıştır, çünkü Tanrı ona çalışan bir zihin ve duyu sistemi vermiştir. Onun tanımına göre Tanrı, sınırsız, ebedi, değişmez, bağımsız, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten tözdür.

Descartes, Tanrı’nın varlığına ilişkin kendine özgü argümanını desteklemek için nedensel yeterlilik ilkesine başvurmuş ve savunmada Lucretius’tan alıntı yapmıştır: “Ex nihilo nihil fit”, yani “Hiçbir şey yoktan gelmez” (Lucretius). 

İsmi sürekli Platonla karıştırılan Plotinus ise tek tanrılı dinlerdeki inancın benzerine sahiptir. O, her şeyin ilk ve tek kaynağı olan Tanrı’yı yahut Bir’i herhangi bir sıfatla tanımlamaktan imtina etmiştir. Çünkü Bir veya Tanrı  mutlak  aşkın  olarak  tüm  düşünce  ve  varlığın  ötesindedir,  anlatılamaz  ve kavranamazdır.  Bu  nedenle  ne  öz,  ne  varlık,  ne  de  yaşam  Bir’e  yüklenebilir.  Bu,  O’nun  bu şeylerden  daha  azı  olduğu  için  değil,  daha  çoğu  olduğu  için  böyledir.

Plotinus’a  göre  evren  Bir’den  taşmıştır.  Buna göre varlığın var olabilmesinin mutlak koşulu  Bir’dir,  yani  Tanrı’dır.  Varlığın var olması Bir’e bağlıdır fakat Bir’in kendisi varlık değildir.  Südur teorisi dediğimiz bu teoriye göre evren varlığa kaynaklık eden Tanrı’dan Nous (Zekâ)’un taşması ve aşağıya doğru gitgide somutlaşarak çeşitli katmanlar meydana getirmesiyle oluşur. Bu teori bazı İslam filozofları tarafından da benimsenmiştir. 

Saydığımız tüm bu örneklerin yanında hiçbir dine inanmayan ya da aklımıza gelmeyecek bambaşka varlıklara inanan filozoflar yok mudur? Vardır elbette.  Ancak başta da belirttiğimiz gibi dini olan veya hiçbir dine inanmayan insandır. Nasıl ki bilim dallarının dini yoksa bir düşünce biçimi olan felsefenin de dini yoktur. 

Bir kimsenin felsefe ile uğraşması onu dinsiz de yapmaz dindar da. Çünkü felsefe insanın dini görüşünü değiştirmek için uğraşmaz. Onun uğraştığı daha iyi bir insan, daha iyi bir toplum, daha iyi bir dünya amacıdır. 

Daha iyi bir dünyada her düşünceye  saygı ile bakabilmek dileğiyle…

KAYNAKÇA:

-Sidiropoulou C. (2006) Felsefe Yapmak Dini Terk Etmeyi Gerektirir mi? İstanbul: İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergi Sayı:14

-İmamoğlu T. (2018). Din Felsefesi üzerine Bazı Düşünceler. Universal Journal of Theology 3 (2) 133-143

-Aybakan D. (2016) Plotinus’un Hayatı Kişiliği ve Felsefi Üslubu Üzerine Kısa Bir Deneme. Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergi Sayı:26

Aktiffelsefe Araştırma Grubu


Doğu ve batı felsefelerini ve kültürlerini incelediğimiz felsefe seminerlerimize katılmak isterseniz de buraya tıklayarak ücretsiz kayıt yaptırabilirsiniz. Bu arada seminer konularımızı incelemek için Felsefe Seminerleri sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

İlginizi Çekebilecek Diğer Yazılarımız:

gtag('config', 'AW-802439404');