İslamiyet’te Kaza ve Kader Kavramı

Doğu ve Batı düşüncelerinde kader konulu dizimizde bu yazımızın konusu İslamiyet’te kader düşüncesi. İslam’da kader konusu çokça ele alınmıştır. Zira imanın şartlarından bir tanesi kaza ve kadere inanmaktır. Fakat bu husus Kur’an-ı Kerim’de açıkça geçmemektedir. Kur’an’da kader doğrudan doğruya iman edilmesi emredilen esaslar arasında zikredilmemiş olup,  sadece bir yandan Allah’ın her şeyi kuşatan mükemmel sıfatlarına, öte yandan insanın cebir altında bulunmayıp seçim gücü ve hürriyetine sahip bir varlık olduğu hususuna vurgu yapılmıştır. Ancak konu hadislerde farklı bir durum arz etmektedir. Bazı rivayetlerde kader iman esasları arasında yer almadığı halde, bazılarında hayrı ve şerriyle birlikte kadere iman etmenin gerektiği hatırlatılmıştır.

Kader “gücü yetmek, planlamak, ölçü ile yapmak, bir şeyin şeklini ve niteliğini belirlemek, kıymetini bilmek; rızkını daraltmak” gibi mânalara gelmektedir ve “Allah’ın bütün nesne ve olayları ezeli ilmiyle bilip belirlemesi” diye tarif edilmiştir. Yine kader kelimesinin Kur’an’da “ölçü, miktar ve güç” anlamlarında kullanıldığı da kabul edilimektedir.  Kaza ise “Hükmetmek, muhkem ve sağlam yapmak; emretmek, yerine getirmek.,  Allah’ın nesne ve olaylara ilişkin ezelî planını gerçekleştirmesi” şeklinde tanımlanmaktadır.

Kader; evrendeki düzen, intizam olarak algılanmakla birlikte insan ile ilişkilendirildiğinde farklı yorumlar ortaya çıkmaktadır. Kader bu noktada gelecek öngörüsüne dönüşmüştür, bunun ne kadar sağlıklı bir anlayış olduğu ise tartışma konusudur.

Allah bazı nesneleri ilk aşamada yaratıp son şeklini vermiştir. Bazılarının ise başlangıçta temel maddesini yaratmış, gelişmesi için zamana bırakmıştır. Bir tohumun yetişip meyve vermesi, bir yumurta ile spermin birleştirerek yeni bir insan oluşturması bunlara örnektir. Bu bağlamda kader, belli sınırlılıklar ve ölçülülükler dahilinde belli bir zaman ve uzam koordinatlarında davranış kanunlarına tabi olarak gerçekleşmektedir. Eskilerin, özellikle belli bir kesimin anladığı gibi, kader olup bitmiş, hükmedilmiş bir hadise değil, belli koşullar altında ve belli zamansal sınırlılıklar içerisinde husûsî bir süreçte gerçekleşir.

Kader konusunda klasik İslam kelamcıları arasında üç ana görüş mevcuttur:

  1. Kaderiyye ve Mutezile kelamcıları kaderi inkar görüşlerindedir. Onlara göre insan eylemlerini yaratmaya güç yetirebilen bir varlıktır.
  2. Cebriyye ve Eş’ari kelamcıları insan eylemlerinde özgür iradeyi tamamen yok saymış eylemlerin hepsinin bir zorunluluk kapsamında olduğunu söylemişlerdir.
  3. Hanefiler ve Maturidiler’e göre ise Allah, ezelde ilke, kanun ve delilleri bilmektedir. insan, zâtıyla olduğu kadar bütün fiilleriyle de Allah’ın bir yaratığıdır. Bununla beraber, insan eylemlerini seçmekte özgürdür. Bu kelamcılar Allah’ın yaratımının kişinin irâdî seçimine, eğilime ve yönelimine endeksli olduğunu belirtmişlerdir.

Mezheplerin kader hakkında görüşlerine daha ayrıntılı bakacak olursak şu şekilde anlatabiliriz:

Eş’arîlere göre kaza, yaratma, yazma, farz kılma, hüküm verme anlamlarına gelir. Buna göre kaza, Allah’ın ezelî karar ve hükmüdür. Bu Allah’ın iradesine göre bütün varlıklar için geçerlidir. Bu ezelî hüküm zamanla gerçekleşir. Kader ise, her şeye ait özel hüküm ve karardır. Varlıkların birer birer yokluktan varlığa geçmeleridir. Bu da ilâhî iradenin zaman içinde onların her birinin ölçü ve sınırını tespit ederek onları ayrıntılarıyla ortaya koymasıdır.

Maturidiler ise kader ve kazaya Eş’arîlerin tersinde anlam yüklemişlerdir. Onlara göre, kaza varlıkların Allah tarafından hikmet ve kemalle meydana getirilişidir. Kader ise, Allah’ın ezelî olarak yaratıkların zararlı, çirkin, iyi ve güzel niteliklerini bilip tespit ettiği ezelî takdîr, hüküm ve sınırdır. Mâturîdî kaderi iki anlamda ele alır: 1. Kader her eşyanın vücuda gelişindeki özellikleri (had) ve mahiyetidir. . 2. Meydana gelecek olan şeylerin zaman ve mekanını, hak veya batıl oluşlarını, sevap veya günaha maruz oluşlarını belirlemektir.

Kaderiyye yaptığı fiiller konusunda insanın irade ve güç sahibi olduğu ve kendi fiilini kendisinin yarattığını, dolayısıyla onu sınırlayıp yönlendirecek bir “kader”den söz edilemeyeceğini savunmaktadır.

Cebriyye ise Allah’ın mutlak ilim, irade ve yaratıcı kudretiyle çizdiği kader planı karşısında insanın hiçbir irade ve gücünün olamayacağını ileri sürmüştür. 

Nesefî’ye göre, kader eşyanın nasıl var olacaksa ezelden öyle belirlenmesidir ve her varlığa layık olduğu özelliğin yüklenmesidir.

Taftâzânî’ye göre, kader, Allah’ın takdiridir. Hükmedilene değil de sadece kazaya rıza göstermek gerekmektedir.

Ehl-i Hakk’a göre Allah olacak olayları da insanın fiillerini de yaratandır.

Mu’tezile insanın kendi fiillerini gerçekleştireceği irade ve kudreti Allah’ın ona verdiğini, ancak onun bu irade ve gücü hangi şekilde kullanacağını da ezeli bilgisiyle kuşattığını söylemiştir. Buna göre Allah iyi olanı irade ettiği için emreder, kötü olanı da irade etmediği için emretmez; insandan da irade ettiğini Allah’ın kendisine verdiği güçle yaptığı için sorumluluğunu üstlenmiş olur.

İslamiyet’in ve bu bağlamda çeşitli mezheplerin kaza ve kader hakkındaki düşünceleri bu şekildedir. Bir sonraki yazımızda görüşmek dileğiyle…

KAYNAKÇA:

Aktiffelsefe Araştırma Grubu


Doğu ve batı felsefelerini ve kültürlerini incelediğimiz felsefe seminerlerimize katılmak isterseniz de buraya tıklayarak ücretsiz kayıt yaptırabilirsiniz. Bu arada seminer konularımızı incelemek için Felsefe Seminerleri sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

İlginizi Çekebilecek Diğer Yazılarımız:

gtag('config', 'AW-802439404');