Bir toplum düşünün… İnsanları zengin fakir diye ayırmayan… İnsanlar arasındaki ayrımın tek ölçütünün bilinç seviyesi ve erdem olduğu bir toplum… Platon’un ideal devlet olarak örnek gösterdiği, Romalıların kendi kültür kökenlerini ona dayandırdığı, Stoa felsefesinde değer verilen erdemlerin orada değer verilen erdemler olduğu bir toplum. Birçoğumuzun filminden bildiği 300 askerin binlerce kişilik Pers ordusuna karşı savaştığı bir toplum. Spartalıların toplumu…
İnsanları bir arada tutan bağ anlamına gelen Sparta isimli Yunan şehir devleti milattan önce 9 ve 8. Yüzyıllarda Likurgos tarafından kuruldu. Surları olmayan devletin sınırlarını insan bedenleri korudu. Çünkü Sparta’da kadın erkek herkes savaşçı olmak için doğuyordu. Dönemin ve hatta günümüz yargılarının aksine kadınlar yalnızca ev işlerini yapabilecek kadar güçsüz görülmüyor, erkekler savaşa gittiğinde devletin surları kadın bedenleri oluyordu.
Kız çocuklarının eğitim görmesinin zorunlu olduğu tek şehir devletiydi Sparta. Diğer şehir devletlerinde kızlar 12-13 yaşlarında evlenirken Spartalı bir kız 21 yaşında eğitimini tamamlamadan evlendirilmiyordu. Aman yanlış anlaşılmasın! Bu eğitim dikiş nakış, ev işleri eğitimi değildi askeri, felsefi, yönetimsel eğitimlerdi. Elbette Spartalı kadınların da kadın doğasına uygun olarak çocuk bakmak, evin düzenini sağlamak gibi görevleri vardı ancak onlar diğer toplumların ezilen, hor görülen, dışlanan kadınları gibi değillerdi. Bir erkek gibi güçlü ve onlara duyulduğu kadar saygıdeğerlerdi.
Herkesin birbirini kardeş olarak gördüğü Sparta toplumunda, dışarıda özgürce dolaşabilen kızlar, küçüklüklerinden beri erkek çocuklarla yan yana eğitim alırlardı. Spartalı bir kadınının evlendiği kişi, yaşamında ilk defa gördüğü değil, küçüklükten beri tanıdığı kişiydi. Atinalı bir kız çocuğu diğer erkeklerden korkarak büyürken, Spartalı kızlar erkeklerle kardeşlik bağı geliştirerek, onlara güvenerek büyürdü.
Spartalı kadınların en büyük eğlencelerinden biri ata binmekti. Atların çektiği yarış arabalarını kullanma konusunda usta olan, M.Ö 440’ta doğan Sparta prensesi Cynisca, olimpiyat oyunlarında şampiyon olan ilk kadındı. Cynisca olimpiyat oyunlarına katılmak istediğinde Olimpiyat komitesi çok büyük bir şok yaşadı. Zira bütün Grek dünyasını birleştiren olimpiyat oyunlarına kadınlar izleyici olarak biye katılamıyordu. Uzun süren uğraşlar sonucunda Cynisca komiteyi ikna etti ve oyunlara katıldı. Komitenin izin verme sebebi ise Cynisca’nın tüm erkeklerin önünde rezil olacağı düşüncesiydi. Ancak Cynisca güçlü bir Sparta kadını olarak şampiyon olmakla kalmayıp, diğer kadınlara da olimpiyat oyunları yolunu açmıştı.
Cynisca kadar ilham verici başka bir kadın olan Xenopeithia, Sparta ordusunun komutanıydı. Askeri başarısını kanıtlayarak komutan olan Xenopeithia’dan emir almak Spartalı erkekler için küçük düşürücü bir şey değil, tam tersi onur veren bir şey olmuştu.
Spartalı kadınlar savaştan korkmazlardı. Bir kadından bekleneceği gibi kaçıp saklanmaz, dehşet içinde olacakları beklemezlerdi. Sevdiklerine sarılıp ağlayarak, etraflarına endişe ve korku saçmazlardı.
Spartalı kadınlar yanlarında her zaman hançer taşırlardı. Bu onlara Hekate’nin elindeki hançeri, her zaman doğruyu yanlıştan ayırt etme erdemini hatırlatırdı. Bu yüzden Spartalı kadınlar, geçici olan şeylere gereğinden fazla önem vermezlerdi. Onlar güzellikleriyle, takılarıyla, mallarıyla değil erdemli çocuklarıyla övünürlerdi. Zaten ne güzellik iltifatı ne de çirkin olmuşsun gibi yermeler onları etkilemezdi. Kadınlarda sıklıkla görülen duygusal çalkantılar, aşırı duygusal tepkiler, iğnelemeler, laf sokmalar, dedikodu, sürekli ağlamalar, alınganlık, kırılganlık onlarda görülmezdi. Zira onların diğerlerine ilham vermek ve yol göstermek gibi yapacak daha önemli işleri vardı ve zamanlarını ve enerjilerini bu kadar düşük şeylere harcamazlardı.
Bütün yaşantıları boyunca Spartalı kadınlar duygularını kontrol etmek üzere eğitim alırlardı. Aldıkları eğitim, duygularını bastırmak değil, onlara hakim olmak içindi. Çünkü onlar daima savaşa gidecek erkeklerin aileleriydiler. Bir kadın, eşini, abisini, babasını savaşa gönderirken ağlayıp sızlayarak onları üzmez, cesur olmalarını öğütleyerek onları daha da cesaretlendirirdi. Çünkü bilirlerdi: Her ruh, bir deneyim için dünyadaydı ve onun deneyimi yaşamasını engellemek ona iyilik değil kötülüktü. Sparta’da doğan bir ruh, savaşçıya dönüşmek için oradaydı. Spartalı bir kadın da ona destek olmalıydı. Bir savaşçı için böyle bir hayat yaşamak ve bir savaşta onurlu bir şekilde ölmek, onun ruhunu büyütecek bir deneyimdi, onun için iyi olandı. Ona aşırı bağlanmak ve kendisinden ayrılmasın hep yanında olsun diye böyle bir hayat yaşamasını engellemek ona kötülük yapmaktı.
Sürekli duygusal gelgitler yaşamayan, sevdiklerini savaşa ve ölüme gönderirken bile ağlamamayı sağlam durmayı başaran Spartalı kadınların neden Spartalı erkekler tarafından bu kadar saygı gördüğünü anlamak zor değildi, çünkü onların başka bir benzeri yoktu.
Bir gün Sparta’yı ziyarete gelen biri, Sparta Kraliçesi Gorgo’ya dünyada erkeklere egemen olan kadınların sadece Spartalı kadınlar olduğunu söyleyip, bunu nasıl başardıklarını sorduğunda Kraliçe Gorgo şöyle cevap verdi: “Haklı olarak, çünkü sadece biz erkek doğururuz.” Burada kast ettiği sadece fiziksel doğum değildi, erkek çocuklarını eğiten ve yetiştiren kadınların, onların ruhuna uygun olarak bu eğitimi vermeleriydi.
Bu kadar ilkel bir çağda, kadınların bu karakterlere sahip olması şaşılacak şey doğrusu… Uygar Sparta toplumunun onlara verdiği değer kadının içindeki üstün özellikleri ortaya çıkarmış, kadınlar da aldıkları eğitimlerle, kendi içsel güçleri ve sağlam duruşlarıyla hayran olunası bir hale bürünmüşler. Onlar kadar saygı görmek ve onlar kadar erdemli olabilmek dileğiyle…
KAYNAKÇA:
Alkan D. (2019). Sparta. Eskişehir:Prometheus Yayınları.
Doğu ve batı felsefelerini ve kültürlerini incelediğimiz felsefe seminerlerimize katılmak isterseniz de buraya tıklayarak ücretsiz kayıt yaptırabilirsiniz. Bu arada seminer konularımızı incelemek için Felsefe Seminerleri sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.
Ne güzel bir yazı. Ara ara açıp okumalık, güçlenmelik